
Aslında ilk bindiğimizde o fevri bencil kibrimizden
arınıp annemizin sallamasına izin verdiğimizde sallayan elin neler
yapabileceğini biliyorduk, çünkü zamanın eli gibi nankör değildi bu sahibe.
Anne eline güveniyorduk. Haklıydı da…
Anne eli asla zamanınkine benzemiyordu. Onunla beraber
yavaşça sallanıyordu. Salıncak ile anneminki arasında gizemli bir ahenk vardı.
İşte o ahenkle uçtuğumuz zannediyorduk ya..(ne kadar aptalmışız yahuu :P) zaman
ise aksine darbesini vurup sallanmamızı izliyordu(!)
İlk evrelerdi bunlar çabuk geçecekti. Güvendiğimiz anne
eli de bu hayattan göçecekti. O da zamanın nankör kollarına bırakacaktı, ama
tek farkla artık ayaklarımız yere basacaktı.( b*k varmış gibi) gerçi o da
yaramayacaktı. Zaman bu ayaklarımızı da bağlayacaktı. (ne zamanmış kardeşim
diyenlerin sesi geliyor sanki ) gözlerimizi ve ellerimizi bağlayıp gerektiğinde
kulaklarımızı da tıkayacaktı. ( bak hele sen şu köftehora)
Ne de olsa dünya zamanın evi, bize her zaman
misafirperver davranacak değildi.
Tam ayaklarımız basıyor diyecektik sonunda kendimiz
sallanabilecektik ama yine de o ilklerdeki elin bir elin bizi sallamasını
isteyecektik…
Uçma evremizdi ne de olsa artık tekiz. Daha zamanın diğer
yüzünün farkına varmadığımız pembe dünyamızdayız. Ayaklarımızla uçuruyorduk
kendimizi tabakhaneye b*k yetiştirir gibi.
Bu salıncağa yeni kişilerde katılacaktı, Zamanla aramızda
bir yer açılacaktı. Bu evrede yere düşüp yaralanacaktık, ama tekrar uçma
kuvvetini bulacaktık. Tekrar… Tekrar…
Her zaman bizim için son olsa da zamanla kafa kafaya
sallanırken yine aramıza bir kişilik yer açılacaktı. Bu evrenin gereği bu olacaktı.
Artık hızla bulutlara uçmaktan yavaşlıyorduk.(Felixvari
yükseklerden inip totomuzun üstüne oturacaktık ) durup yerde kendi çevremizde
sallanacaktık. Zamanın, ilk evrelerindekilerden farkını anlayacaktık. Kendimiz
olgun olacaktık ama ufak dertlerimizde boğulacaktık. Eskisi gibi
tekrarlanacağını bile bile başlayamayacaktık. Ayaklarımız yerde
sağlamlaşacaktı.
Bu evre uzayacaktı, kendiliğimize varamadan bitecekti.
Kafayı kaldırıp zamanla kafa kafaya gelmek, aynı salıncakta tekrar
sallanabilmek, eskisi gibi tekrar uçabilmek için tekrar güç bulabilmek süreyi
uzatacaktı elbette. Ama zaman bize bitmeyenin olmadığını da öğretmişti.
Farkındaydık… Bitecek…
Son evre… Son dönemeç… Son… Son…
Salıncakta durmaktan başka yapacağının olmadığı, zamanın
bizimle uğraşmasına gerek kalmadığı, çünkü insanın kendisini deşmekten
alamadığı hazin bir zaman. Diğer zamanlara inatla hazan. Biliniyordu sona
varıldığı. Biliniyordu hayattan koparılacağı. İlk evredeki parçasını sallarken
ondan uzaklaştırılacağı anı, eskiye özlemle sağanağı başlatıp uzağa kanat
çırpışını… Öğrendikleriyle, öğrettikleriyle var olarak yok olacağını.
Salıncaktan inip rahata varacağının farkındaydı. Ve sonu o da tadacaktı
sonralara miras bırakarak…
Son…
4 yorum :
kalemine sağlık, devam etmeni temenni ederim(:
çok teşekkür ederim bloguma yaptığın ilk yorum için... ilk yorum Bal'dan tatlıdır ;)
iyi dileklerin için de ayrıca teşekkür ederim, beni yorumlarından mahrum bırakmazsan sevinirim :)
hayat bazen mağazadan alınan bir ceket gibidir.. Isıtır seni, kararsızlıktan kurtarır, neşe verir belki. Ama tuhafı ceketi almadan önce de yaşıyorsun, yani üşüyorsun, kararsızsın ve mutsuzsun belki..
güzel bir söz var bununla ilgili... hayat çatlak bir bardaktaki su gibi yaşasan da yaşamasan da biticek. insan hayatı nasıl yaşayacağını kendisi seçer. ister kararsızlıklar arasında kalıp seyirci konumunda ister seçimini yapıp rolünü kabul eder.
Yorum Gönder