10 Ara 2012

Ben, Sen, O




Sevgili blogdaşlarım, halka sesleniş gibi oldu az idare edin. Bu yazıya başlarken bir yandan yazasım var kelimeleri sıralıyorum bir yandan klavyeyi elime almaya çekiniyorum sebebini bilmeden. Bu yazıyla kültür topraklarınıza bir kaç tohum daha ekmeyi amaçlıyorum umarım başarabilirim diye niyetledim bakalım göreceğiz sonunda.

Geçtiğimiz pazar yani tarih 9 Aralık 2012'de yoğun ve yorucu bir pazar geçirdim. Bu pazar sabahın köründe kalkıp ki nerdeyse bir haftadır aynı rüyayı görmekten sıkıldığım için uyuyamıyorum sabahlıyorum. Sabahları da çıkarttım 24saatten. Dansla kendimi bulduğumdan uykulu da olsam, her esnediğimde gözümden akan uyku yaşlarının sabah ayazında yüzümü çelikleştirmesine rağmen dans çalışmasına gittim. Hatta 10dk erken gidip salonun yerlerini bile temizledim. Malum ortak salon olduğundan salsa ve halk dansları sağ olsun ayakkabılarıyla giriyorlar ve sanki şantiye molasını bizim salonda veriyorlarmış gibi kirletiyorlar. Biz de çoraplarla ya da çıplak ayakla rahat bir şekilde dans çalışması yaptığımız için temizlik şart. Gerçi tamamen temizlenmediği için yerlerde sürünerekten de temizleme girişimimiz oluyor. Neyse burayı özet geçeyim, grup gelmeye başlayıp tamamlandığında günün sürprizine tanık oluyoruz. Bugün bizim bireysel çalışmamız yerine başka bir dans hocasının gelip bize workshopuna katılmamızı davet etti ki workshopta bizim salonda olacaktı. Pek bir sevindik yanisi. İyi ki de temizlik yapmışız misafirin ne zaman geleceği belli olmuyor :)

Workshopta Martha Graham'ın yaratıcısı olduğu Graham Tekniğini öğrenecektik. Malum Modern dansa kadınların katkısı çoğunluktadır bildiğim kadarıyla. Bu kadını da daha önceden duymuştum ve bir kaç videosuna da denk gelmiştim. Açtığı okula dünyadın dört bir yanından öğrenci giden ve bu tekniği öğrenmek isteyen bir çok kişi olduğunu da biliyordum. E bizzat kendisinden öğrenme şansımın olmayacağına göre malum ben doğmadan vefat ettiği için kendisi. Teknik hakkında bilgisi olan bir hoca ayağıma gelmiş kaçırırmıyım, sohbetti tanışmaydı doğaçlamaydı derken teknik hakkında teorik bilgiyi es geçtirdik, çünkü dansta teoriden çok gösterilmesini yeğlerim. Çok yorucu ve morartıcı bir teknikti. Moskovalı partnerimle lift yapmaktan kas yaptım yeminle. Ordan oraya zıplarken ya da ceylan yaparken kendimi aynada izlemek en iyi moral kaynağım sanırım benim. Kendimi bulduğum bir ilgi alanı benim için dans. Yorgunluktan ziyade ilginç bir deneyim oldu benim için. Bir de parça parça olmuş kıyafetiyle tatlı bir hocadan alıyorsanız bu dersi pek bi eğlenceli ve seksi geçebiliyor...


Workshop sonrasında danstan arkadaşlarla karnımızın hiç susmayan ziline kulak vererek en doyurucu yer olacağını düşündüğümüz ev yemekleri salonuna kendimizi attık. Birbirine kur yaptığından şüphelendiğim iki erkek arkadaşımla(tekinin gey olduğunu bildiğimden haberi yok ama diğerinden emin değilim) eğlenceli bir yemek saati geçirdik ama mekandan ayrılamadık yağmur yüzünden. Allahtan çay müessesenin ikramı da bol bol beklememize katık ettik onu. Yağmurun ısrarcılığından sıkılıp mekandan ayrıldık evlere dağıldık. Renk değiştiren pantolonumu, çoraplarımı ve botlarımı kurutmayla uğraşırken bir yandan da vücuduma masajlar yaparak yorgunluğumu atmaya çalışıyordum. Ta ki abimin beni aramasına kadar.

Cumartesiden konuşmuştuk onunla İzmir'de düzenlenen 3. İnsan Hakları Belgesel Film Günleri kapsamında gösterilecek olan Ben, Sen, O adlı kısa filmi (17' 45'') izlemek için. Ama havanın nankörlüğü yüzünden muallakta kalmıştık sabah. Ama bir delilik yapıp plan yapmışlar biz erken buluşcaz Amorf ister şimdi gel ya da sonradan katıl diye. Ben elektirikli battaniyemin içinde mışıl mışıl yavşarken yorganıma, birden bu teklifle irkildim. Ama ben bu filmi çok görmek istiyordum, fragmanlarını ödüllerini takip ettimdi. Şimdi gelmiş hava çok kötü ve ben ıslağım ama ben ısınmaya çalışıyorum, ama ama ama... derken kendimi hazırlanırken buldum. İçimdeki bu sanat aşkına siz de hayran kaldınız dimi (lol) Gökten düşen damla sayısını sayarken birden azaldığını görünce ahanda hazırım ve çıktıım baayy diyip evarkadaşlarıma kendimi toplu taşıma araçlarına attım. İyiki de attım otobüsün camından süzülen damlaları ve sağanağı seyredip kulağımdaki müzikle yolculuk etmeyeli pek bir zaman olmuş. Ki az bir uykuyla tam dinlenememiş olan bu minik beden bi çöktü kamburunu kabarttı...Kafamı cama dayayıp yolun sonuna gelip indiğimde yağmurla yüzleşeceğimi düşündüm. Bu ateşlendirici düşüncemi camdaki süzülen damlanın serinliğiyle söndürmeye çalışsam da yağmurun ortasındaydım. Hemen buluşup gösterimin olduğu mekana gittik ve "film için 1 dk" sloganını duyaraktan hemen kendimize bir yer bulduk. Keza çok zor oldu çünkü konusu bakımından farklı ve böyle bi havada olağandan fazla ilgi görmesi bu filmin hem şaşırttı hem de bu kadar kalabalık aydınlıkçı, özgürlükçü ve ötekileştirmeye karşı zihniyetin bir mekanda bulunup popülasyon
oluşturması gurur vericiydi.


Film İzmir'de Yaşar Üniversitesi'nde okuyan Zeynep Oral'ın bitirme projesi olarak yola koyulduğu ama ummadığı kapılar açarak ödüller müjdelediği bir proje oluvermişti birden. Yani bir bitirme projesi yığınla insanın dikkatini çekip o gelsin de izleyelim artık dediği bir yapıta yükselmişti. Filmde İzmir'de yaşayan iki transın hayatları vardır. Ama diğer filmler gibi bu hayatların acıtasyonlu ya da şiddetli bir yanını değil de belgesele yakışan tarafını, sözüm ona "normal" yanlarını gösterdi izleyenlere denilebilir.Yönetmenin demesine göre kamerayı oyuncuların önüne koyup hadi konuşun diyerek filmi kurguladığı gerçeği filmin ne kadar objektif yansıtma temelinde olduğunu gösteriri bize. Film tipik öğrenci bütçesiyle hatta aile filmi boyutunda yapılmıştı. Yönetmenin annesinin desteği filmde çok ayrıntıyı kurtarmış. Filmde oynayan Selma Özenen ve Demet Yanardağ adlı iki transın emeklerini de gözardı etmemek gerekli diye düşünüyorum. Tüm içtenlikleriyle evlerinin, düşüncelerinin ve korkularının kapılarını bize bu filmle aralamışlar. Selam Özenen'in translığa adım atışını anlattığı sahneler irkilticiydi. Mahallenin baskıcı tutumunu anlattığında sanki boğa güreşlerindeki yapılan vahşeti getirdi gözlerimin önüne. Bu karakterin çocukluk evresinde dine yönelip tarikatlere katılması ve oralardan görüntüsü, hal ve tavırları için taciz hatta tecavüze uğrayıp uzaklaştırılması sonucu kendisini Hinduizm'e yakın bulup ibadet sahnelerini gördüğümde düşüncelerimin soğukluğundan irkilmiştim. Bu kişinin hisleri uğruna bu hayatı seçmesi cinsellik menşeiliği olmadığımızın en büyük göstergesidir diye düşündüm izlerken. Kendi gibi insanlarla zorluklar çekmeye başladığından tanışmış kendisi. Yani onları bir mahallede ya da sokakta bütünleştiren korkuları aslında(!) Korkuları adına verdiği örnekte bunu açıkça anlayabiliyoruz. Halka açık yani şiddete açık alanlarda dolaşırken vitrinlere bakarken aslında gördükleri kıyafetler değil vitrin camlarından ardını kontrol etme imiş. Böyle sürekli tetikte yaşam sürmek sizce ne kadar adil?

Demet Yanadağ adlı karakterin ise filmde dinler hakkındaki sorgulayıcı konuşması yeterince düşündürcüydü. Ama değinmek istediğim asıl nokta ise ayrımcılığa maruz kalanların ayrımcılık uygulaması. Karakterin bir tarafı hıristiyanken diğer tarafı müslüman. Bu yüzden iki tarafın da riyakar davranışına tanık olmuş bir insandır. Ayinlerine katıldığı kiliseden kovulmuştur. Ayrımcılığa uğrayanın halden anlaması gerekirken aynı zorbalığı kendisinin yapması kadar çaresiz bir durum yok nezdimde. Yaşadığımız dönemin etiği gibi geliyor "eze bildiğini ez!" Bu karakter ise bu başına gelenlere inat hala bu topluma bir şeyler anlatabilmek adına kendini kadın hakları kadın çalışmalarına adamıştır. Siyah Pembe Üçgen'de çalışan bir aktivisttir. Hayatını bir eylem üzerine kurgulamaya çalışan bir insandır. Amacını ve haklı mücadelesini tüm gözle süzülmelere, parmakla gösterilmelere, yol değiştirmelere, laf atmalara inat halkın arasında varlığını göstermeye çalışıyor. Tebrik edilecek bir mücadele. Bu yazıyı okur mu bilmiyorum fakat ben bu mücadeleyi yaşamının odak noktası yapıp onun çevresinde hayatını devam ettirmesini imrendim. Cesurluğuna hayran kaldım. Bi de çok güzel bir kadın artı bir not olarak belirtmek isterim :)

Aslında yaşadığımız şehirlerde yığınla trans birey var hepsi sokaklarından ya da pencere kenarlarından ayrılıp tüm şehirde kafa dağıtmak için dolaşmaya başlasalar Zeki Müren, Bülent Ersoy vb toplumun zihniyet kalıplarına aykırı profil sergileyen kişileri artık yargılamayıp "normalleştiren" bu düzen belki bu kişiler için de geçerli olabilir. Bilmeden bir yargılama değil de öğrenme eğilimini taşımalıyız içimizde.


 Herkes sen gibi olamaz, karşındakinden bunu bekleyeme hakkın yok!

* : http://www.altinkozafestivali.org.tr/index.php/tr/19-altin-koza-film-festivali/ulusal-ogrenci-filmleri-yarismasi/belgesel/579-ben-sen-o

* : http://bianet.org/biamag/diger/140990-o-kadinin-belgeselini-cekmeliyim

4 yorum :

huzur dedi ki...

Ne guzel yazmissin Fatih, emegine saglik. O eller sadece salonda degil, klavye uzerinde de dans etmeli :)

Ayrica imrenirim ben elastik insanlara, ne guzel.. Sadece horon tepebilen bir bune olarak yapabildigim tek sey okula giderken ve donerken arabayi saga cekip ben ve benim 4 manyak arkadasim daha deli gibi horon tepmek sanirim :) Yedigimiz kornanin haddi hesabi yok tabi :D

Ilaveten, ne kadar bilindik(!!) bir konuya deginmissin degil mi? Soyle bir konuyu bile sadece bunu bilenlerle paylasabilmek ne ozgur(!!) bir ulkede oldugumuzu gosteriyor gercekten!!!

Tipki "Kadina siddet haftasi" programina sadece dernek calisani kadinlarin katilmasi gibi.. Okulda dagittigim Kadina Siddet'e Hayir!! yaka kartlarini bile neredeyse tek takan bendim!!

Kendimize cok sahip cikiyoruz gercekten!!.. Yazimda da belirttigim gibi: Guzel gunler gorecek miyiz?...

fatih amorf dedi ki...

Öncelikle ben o kadar esnek değilmki ama ellerim ve parmaklarım esnektir bak ne yalan söyliyeyim :) Horon vb halk dansları hiç beceremediğim kulvardır ya roman hariç ;)

Bilindik konu ve değişmeyen zihniyet. her ne kadar yazılsa da bahsedilse de baki kalacakmış izlenimi veriyor bana. Bu yanı gördükten sonra akşam saatinde açık zihniyetlerin bulunduğu platformda bulununca aydınlandığımı hissettim. güzel bir duygu keşke tüm dünyaya mal olsa diye içimden geçti büyük şevkle.

Bence tek de olsa o konuda bir adım atmışsın bu bile bir şey. Ufak da olsa bir farkındalık yarattığına eminim ben. Bu konularda öne çıkmak için kalabalık bir kuvvet olmak şart ama başlamak için 1 2 yürek koyulsa da kâfidir bence.

Yaşadığımız günleri güzelleştireceğiz en azından ;)

huzur dedi ki...

Nefes almak boyle bir duzende canimizi yakmadigi surece her daim bahar olsun tum duslerimiz ve dusuncelerimiz o halde..

O romanda eksik kaldigin yerler varsa benim cocuklari yollayayim sana :) Romanlarin mahallesinde calisiyorum, hepsi bir birinden renkli ogrencilerim var :)

fatih amorf dedi ki...

İlk nefesimiz bizim canımızı yakmış ki sonrasında daha az yaksın diye. Can yanmadan ferahlayamıyor ki. Düşüncelerimiz aktarılmak için yanıp tutuşcak, anlaşılmak için ruhumuz içimizde bedenimizi yumruklayacak... hiçbir güzellik tepsine servis edilmedi böyle hissettiğimden beri.

Romandaki eksikliğimi bilmiyorum çünkü bildiğin doğaçlama takılıyorum ritmlerini sevdiğim için. benim de eski mahallem roman mahallesine yakın sayılırdı, müziklerini duyardık evde düğün yaptıklarında annemle oturmaya mı geldik moduna girerdik hemen :)

Blogger Witget