9 Eyl 2013

Derin ve Soğuk Ses

size bahsettiğim daş :) sevimli değil mi ama?


Sırrı dökük aynanın arkasından bakıyorum kendime, yüzümde hiç güzel durmayan üryan yalnızlıklar. Baş ağrısıyla yaşanan küçük artçı sarsıntıların ardından, nereden geldiğini bilmediğim bir sesle ürperiyorum.

“Hesaplaşma zamanı, bütün yaşamın şu anda gözlerinin önünden geçiyor. Benim kim olduğumu iyi biliyorsun. Ana rahmine düştüğün andan itibaren öğretilen tek gerçeğinim ben, korkulan ve akla geldiği anda, aniden düşüncelerden uzaklaştırılmak istenen tek doğruyum. Fikrinden ince kırıklıklarla geçen; yarısı beyaz, diğer yarısı zifiri karanlık anlarında var olan, hiçbir zaman hayali kurulmayan, düş olarak bile kabul edilmeyen, korkak bir tebessümle karşıladığın; evet aklından şu an geçen korkunum ben.

Evet, benim adım ölüm…”

Adak ağaçlarımı görüyorum. Her bir düğümde, zihnimden geçenleri seyrediyorum. İçtenlikle istediklerimi ve edepsiz şımarıklıklarımı…

Aynanın arkasından ne kadar da net görünüyor.

Durmaksızın çağlayan bir şelalenin ardından, gözlerim bir hale birikintisiyle parıldıyor. Annemin, kardeşim ve benim için hazırladığı şekerli kurabiyeleri herkesten habersiz mahallemizin bakkalından aşırdığımız sakızları görüyorum. Komşumuzun oğlu Cem’in bizi korkutmak için ara sokaklarda patlattığı kız kaçıranların gölgeli ve tehlikeli melodisini fark ediyorum. Oynadığımız çocuk oyunlarının en zevkli yerinde, annemizin akşamın zifire düşmesiyle; ‘Hadi kızlar eve artık, yeter sabahtan beri doyamadınız sokağa ’ diye seslenişleri duyuyorum.

Puslu bir vakitteyim.

Buraya nasıl geldiğim konusunda hiçbir fikrim yok. Tek hatırladığım yakın dostum Gaye’nin nişan töreninden dönüyordum. Arabanın camından gökyüzünü seyrederken; arkadaşlarımdan gecenin yıldızlara olan imkansız aşk hikayesini;  alkolün vücutlarında bıraktığı derbeder ruh haliyle dinliyordum.

Genzimde oluşan acı kızıl tadı ve rüzgarın uğultusunun yamalı yüreğime bıraktığı serin ayazların dokunuşunu hissediyordum. O an içimdeki mağaradan gelen aynı sesin sessiz yüzüyle tekrar çarpışıyorum.
"Seni birçok defa affettim. Kendi kendini idam etmeye kalkıştığın anlarda bile…
Bu idamlar ki, illaki beden ölümü değildi. Çok defalar anlamsız yürek kanamalarıyla sana emaneten verilen bu hayatın haritasına değerini anlayamayacak kadar kör ve yabancı kaldın. Oysaki sana sonsuz imkanlar verilmişti. İsteklerinin ardında senin için edilen dualarla ayakta durabileceğinin bilincinde olamadın. Bu sebepten de, yaşamaya değer her an’a uzaktan ıska geçtin."
Aynadaki suretime bakarken saçlarımın arasındaki beyaza vurmuş, kahır dokunuşların sızlayan çırpınışı karşısında şaşkına dönüyorum. Otuzlu yaşlarımı sürerken, bu zamansız izlerin kabuğundan sıyrılmayı ne kadar çok istediğimin farkına varıyorum. Terke alışkın yüreğim, söz konusu kendi olunca neden hiç bilmediği bu yerden başını alıp gidemiyor? Oysaki hesapsız ve zamansızca çekip gidilen an’larda, geride kalan fersiz bir hayat olma alışkanlığı, genellikle hüznümün yarım kalmış parçasını oluşturuyordu.

Yine o ses… derin ve soğuk.

“Hatırlıyorsun değil mi? Ana rahmine düştüğün o vakit, etrafındaki meleklerin senin için söylediği bestesi olmayan notasız ezgileri? Kandil ışığı altında annenin yakın yarenlerinin sana dokunuşlarında yaşadığın çekimser korkularını, kundağındaki küçük meleklerin bir çırpıda yok ettiği o emsalsiz anları hatırlıyorsun değil mi? Uyku halindeyken; kötü kabuslardan seni alıp, o küçücük yüreğine bundan sonra gelecek her yaşın için planlar yaparak başını hüzünler kadar sevinçlerle bağlayan, leylak kokulu masal perini hatırlıyorsun değil mi?”

Hatırlıyordum. O sıcak dokunuşları…

Henüz onların dünyasına katılmamıştım. Annemin, beni öğrendiği ilk an’da ellerini karnı üzerinde dolaştırdığında, bana gönderdiği gizli notaların kıpırtısının içime akışını ve bu kalp çarpıntılarının adının sevgi olduğunu henüz bilmiyordum. Şafak vakitlerinde her sabah erkenden uyanıp, sessizce sevişlerini, benimle konuşmalarını ve bana olan meraklı özleminin sancılarını biliyordum. Onların hayatlarına katıldığımda adı sanı belli olmayan bu çarkın zincirleme oyunlarına alet olacağımın farkında bile değildim. Hafızamda ne kadar çok açılmayan kapılar varmış. Zaman, kapalı kapılar ardından beni seyrederken, tepeme binmiş kaygılar ve korkularımla gelecek zamanlardan habersiz planlar yapmışım. Aynanın arkasından kendi yaşamıma ve geçmişime bakmanın ezilmişliği ve hiçliği karşısında, parlak sandığım geleceğin planları içinde batağa saplanan o mahzun hayallerime gecikmenin ağrılı haliydi yaşadığım.

Hafif bir meltem esintisiyle derinlerden gelen o tok ve ürpertici sesle sarsılıyorum.

“Ne kadar çabuk tüketme çabası içine girmiştin yıllarını. Planlar yaparken  bizler sana gülüyorduk. Kurduğun hayalleri gerçekleştirmek için birkaç defa fırsatlar verildi sana, ama yaşamın efsunlu akıntısına kendini kaptırmıştın. Üniversiteden mezun olduktan sonra sana cömertçe sunulan, iş teklifini hatırlıyor musun? Ardına bile bakmadan sana verilen işi küçümseyip senin geleceğin için kaygılanan ailenle alay etmiştin. Bilmiyorsun oysaki babanın ciğerlerine ilk düşürülen o tedavisi olmayan hastalığın sebebini? Senin acılarında ve hüzünlerinde o kadar çok boğulmuştu ki, gönlünü sana meftun etmesini  o kadar bencilce harcıyordun ki bir an önce onda kanayan bu yaradan kurtulmasını sağlamamız gerekti. Babanın içinde çoğalan o sancılı derin yaranın sebebi  senin edepsizce ve anlamsızca önüne sunulan yaşam tuvaline attığın yanlış fırça darbeleriydi. İşte sırf bu yüzden babanı yanımıza aldık. O şimdi inan çok daha huzur dolu… “

Gözlerimin önünde belli belirsiz, üzerinden sıkıca kapatılmış ve kilit vurulmuş bir kapı aralandı. Babamı yirmi üç yaşında kaybetmiştim. O geceyi ömrüm boyunca hatırlayacaktım. Şu an karşımda, paramparça olmuş o vakti teker teker bir araya geliyordu. Erkek arkadaşımla bir partiden dönerken içime çektiğim ot kokusunu fark eden annemin, babamdan gizleyerek beni arka kapıdan eve alışını ve annemin sessiz olmaya çalışan haykırışlarını, babamın hasta yatağında duyup o kabus gecenin sabahında içindeki ıssızlığı tamamen karanlığa gömüşünü, kehribar gözlerini sonsuza dek kapatışını yırtılan bu ahir zaman diliminde tekrar görüyordum.
Birden saklananlar ve sırlar, aynanın diğer bir köşesinde tek tek ortaya çıkıyor. Şaşkınlığım ve öfkem şiddetleniyor. Babamın herkesten saklamayı başardığı tek gerçek ortaya çıkıyor. Ben, her şeyin anlamını yitirdiği o günah gecesinde annemi evimizde başka bir kadınla aldattığını görüyorum.
Babamın beni bu görüntüyü unutmam için defalarca bana gönderdiği hoyrat tokatlar tekrar çarpıyor yüzüme. Hıçkırıklarımın sesi duyulmuyor. Tek duyduğum o ses, yeniden derinden çağlıyor. Bu defa daha hoyrat ve öfkeli…

“Zavallı küçük erkek, şu an haykırsan da bu koca semada sesini biz meleklerden başka duyan yok. Anlamsız gözyaşların. Gözpınarlarından akan yaş değil oysaki… Şiddetlenen ama ne yapacağını bilemeyen küçük bir nehrin büyük akarsulara kavuşma isteği. Geç kalınmışlık nedir bilir misin? Bilmiyorsun… Şu an canını yakan, her hücrende soluk alıp vermeyi engelleyen aldanışlarının günahını ve bu yüzden bir başka yüreği cezalandırmanın bedelini nasıl ödeyeceksin? Hayatına giren sana deli divane tutkun o adamdan, babanın anneni aldatmasının intikamını almaya çalışarak içinde büyüttüğün yalnızlıkları bir çukura atıp oradan çıkamayışlarını zevkle seyrederken acı çekmedin. Öyle ki biz her ölümlüye eşit derecede sevgiyi ve öfkeyi verdik. Sen katlettin içindeki sevgiyi…”

‘Sırılsıklamdım o gece. Annemin intikamını alıyordum. Şiddetli yağan yağmurun üzerimdeki sorgusuz bıraktığı yas dolu etkisiyle…

‘Gitme…’  diyordu sevdiğim adam.
Gitmeliydim...

Bu hikayenin sonunu en başından biliyordum. Bile bile bütün öteki erkeklerden intikam almak ve her erkeğin ikinci bir erkek olabileceği gerçeğini ispat etmek ve diğer erkeğin acı dolu yüreğinde kanamamak için, bana delice aşık olan bu adama veda ediyordum. Hesapsızca aniden, herkesten ve kendimden bile gizlediğim yüreğimin  gizli köşesinden bir çığlık yükseliyor…

Bu ses tanıdık, bana yakın. Evet, bu benim iç sesim… Kocaman bir seslenişin ardından, haykırışlarım bu defa gerçek ve yalansız gün yüzüne çıkıyor. Karşımda bütün asaletiyle duran, göremediğim adını bile telaffuz etmekten çekindiğim sorgu meleklerine kafa tutarcasına üzerime yapışan bu yaftanın haksız yenilgisi karşısında direniyorum.

İtirafım: Evet Haklısın…

İlk başlarda bu kadar yürekli değildi adımlarım. Ne kadar gerçekçi davranmışım ki, sizler dahi inanmışsınız bu oyunumdaki sahte rolüme. Bende olan ne varsa vermiştim sevdiğim adama… Sevdiğim adam diyorum, çünkü gerçekten sevmiştim… İlk başlarda sıradan ve diğerleri gibi intikam almak için kurulan bir yap-boz oyunuydu, kabul ediyorum. Takatim kalmamıştı yalancı yüreklerde sevgi dilenmekten. Kendimle baş başa kalmaktan korkar olmuştum, sevgisizliğin ve ilgisizliğin bir hastalık gibi kanımda dolaşmasının intikamını almaya çalışıyordum. Bir sınır çizgisinde olduğumu onun yüreğiyle karşılaşınca anladım. Hayal bile edemeyeceğim güzellikteki yüreğinde kendimi kaybetmekten korktuğum için, onun karşısında küçük bir oğlan çocuğuna dönüşen ağlayan ve tükenmeye başlayan cüssemle ondan kaçtım.

Sessizlik…

O an’da oluyor her şey, etrafımda gerçekleşen olayların farkına varmaya başlıyorum.
"Küçük, bu son oyunda kartlarını açık oynadın. Yıllarca yalanlar ve aldanışlar üzerine kurduğun bu dünyandan, tanrıya borçlu olduğun sevginin sadakatinin gerçekliğini, bu vakitte gösterdin. Şimdi korkma. Yüzünü fırlatıp at, düşlerini ve hayallerini çıkar gözlerimin önüne hadi. Gözlerime bak… Her şeyi anlatacağım sana korkma. Bir trafik kazasıyla alıyoruz şimdi seni yanımıza, sen ve ben başka kimse yok

Korkma...
Hayatın iki gerçek üzerine kurulu olduğunu anladın sen bu ahir zamanda… Aile sevgisi ve aşk, hesapsız  yalansızca. Gözlerime bak ve sakın korkma."
Ölümü gördüm. Tanıdık bir yüzdü öyle ki kabul edip aldım içime. Şimdi ben soğuk bir güz döneminde bedenimi toprağa veriyorum. Fersiz bir gecenin içinden miadını doldurmuş hüznümle yüzümde hiç eksilmeyen üryan yalnızlıklarla terke gidiyorum. Hiç kimsenin bilmediği o farklı yaşamda gerçek olmuş hayallerim, düşlerimle ve keder kokan şarkılarla raks edip büyük bir coşkuyla susuyorum…

2 yorum :

Adsız dedi ki...

:'( oha ya ne güzel yazmışsın. Yetenek derim başka bi şey demem. Bu kadar duygu katarak yazmak zor olmalı hala yapamadığıma göre.

fatih amorf dedi ki...

Öncelikle teşekkür ederim zaman ayırıp okuduğun için. Duygudan ziyade kendimi katıyorum ve spontane sürüklüyorum kalemimi, çünkü düşününce kaçıyor hislerim.

Ben de yeni yeni yapar oldum geç değil çoğu şey için, sadece istemek. Bu arada yakın zamanda blogunu kurcalamaya başlayacağım ;)

Blogger Witget