29 Eyl 2013

İBNE


geceyarısı trenin birine bir ibne biner
senin aklın almaz böyle şeyleri

 
gece yarısı trenin birine bir ibne biner
köpekler bile yere tükürür
adam sandığın gölgeyle
seni sen sanırsın ki
aşk yalandır...

 
ziyandır her şey
ve önemli olan sadece etiket
sen gözlerini kaparsın gece olur

 
sen gözlerini kaparsın gece olur
ve reçel sanırsın bıçağındaki izleri
sonradan anlaşılmış ne varsa sövüyorum
bu gece sonradan katlanılmış ne varsa

 
hırsızın biri girer bir eve
yarını koparıp çıkarmış takviminden
senin aklın ermez böyle şeylere

 
gece yarısı koynuma bir orospu kendini uydurur
silerim adını göbek taşından bütün hamam kadınlarının
ben sildikçe o yeniden yazılır
gittinse bitmiştir
selamlaşmak için içindeki eşkiya sakalıyla
ve o senin çölündeydi bi zamanlar

 
yıkılsın duvarın
nekbet kara
uğursuz zaman
ve öpüşmek için artık maskeler düşsün
diyorum...

 

25 Eyl 2013

Adsız



Birini tanırsınız hiç aklınızda yokken çok kısa zaman olmuştur tanıyalı belki, ama yıllardır varmış gibi gelir size. Her şeyinden haberdar olmak ister, her şeyinizi bilsin istersiniz… Öyle dürüst olmak istersiniz ki ona karşı; gelmiş geçmiş her şeyi bilsin istersiniz. Yalanlarınızı, doğrularınızı, duvarlarınızı, günahlarınızı, hatalarınızı, insani ve şeytani tüm yanlarınızı görsün, öğrensin ister yüreğiniz, nedenini bilmeden…
Yanında ruhunuz, aklınız, kalbiniz ve tüm benliğiniz çırılçıplak kalsın istersiniz… "O" da öyle açabilsin kendini size…
Huzur duyarsınız yanında, güvende hissedersiniz hiç bi’ şeyden ürkmezsiniz yanındayken…
Bunların bir nedeni var mıdır bilemezsiniz, umursamazsınız  da aslında, hayat dediğimiz 3 günlük deriz ya hep varsın bir günü böyle güzel geçsin ardını düşünmeden der bir yanınız... Bir yanınız ne kadar acısa da biriktirip dizdiği duvarlar yerle bir olduğundan, garip olan bu ki mutluluk hissedersiniz bir biçimde.

Korkusuz, cesur olursunuz onun yanındayken, çocuk gibi çoğu zaman deli yani ruh aslında olmak istediği gibidir, başkaları gibi kendini saklamadan buna gerek duymadan, utanmadan, yargılamadan, ikiyüzlü olmadan aslında herkesin olması gerektiği gibidir belki de…
Akışına bırakmalı ya bazen çoğu şeyi bunu da öyle bırakırsınız, bu güvenin, huzurun, tutkunun, özlemi anlamlandırmadan, anlamlandırmak istemeden çünkü böylesi daha güzeldir belki…

 Kim bilir belki de adı olmadığındandır tüm bu güzelliği….

19 Eyl 2013

Kırık



 
Hayat bazen çok zor olabiliyor. Çevresindekiler bir türlü anlamaz insanı. Kalbini kırarlar bazen de istemeyerek de olsa. İnsan günlerce hatta yıllarca unutamaz dönemez normal hayatına. Aslında biraz da hoşuna gider kendisine acı vermek. Aptalca bir haz verir insana. Hele bir de çektiği acıları ve yaşadığı üzüntüleri içli içli anlatarak övüneceği, kafasını şişirebileceği kimseler varsa etrafında. Kalbi kırık yaşamak bir başka tat verir insana…


Bi şeyi çekiyorlar sanırım benden

 
Fakat zaman geçtikçe insan istemese de o kırık kalbi düzelmeye başlar. Zamanında tedavi etmediği o kırık kalp kendi kendine kaynar yamuk yumuk, aksak topal bir kalp oluverir. Artık insan etkilenmemektedir; ağlayan çocuklardan, yalvaran insanlardan, savaşlardan, hastalıklardan, cinayetlerden. Kendisi bile şaşar bu haline. Ancak insanın kendisine oynadığı oyunların sonu yoktur!.. Bu defa da duygusuzluğu ile övünmeye başlar. Kendini diğer insanlardan üstün görür artık. O farklıdır, olur olmaz her şeye üzülmemektedir. Ne yazık ki artık sevinememektedir de küçük sürprizlere. Sevememektedir en yakınındakileri bile. O kendi elleriyle kazdığı mezarındadır artık...
 
Bu gecemin ve bu yazımın şarkısı Şebnem Ferah - Bir Kalp Kırıldığında benden sizlere gelsin.
 

15 Eyl 2013

Uykuya Yatmadan Bi' Tutam


bu saatte siz uzanan ben ise bu hikayeyi anlatan oluyorum.

Zamanın en mahrem anına düşülecek bir dip not gibi düşüyorum şimdi ayın o kurak kasıklarına. Orada unuttuğum bir çocukluk, bitmeyen bir savaş var; sevişmelerimize dair bir kaç anı… Fahişelerin bacak aralarına sürüyorum en verimli toprakları. Şimdi çılgınca öpebilirsin beni. Yalnızlığa ilk ayak basan astronot kadar takdire şayanım artık. Yine o malum müzik çalıyor her yerde. Bu yeni bir yılın habercisi. Daha gelmeden yeni yıl, ufalanmış ekmeğimizden bir parça çalıyor yer kürenin aç meleklerine. Oysa nasıl da tutkulu bir yıl geçirmiştik. Diz kapaklarına kadar uzanan tek parça bir elbise gibi sarmıştım vücudunu. Seni her öpüşümde bana düşman kesilip, zıvanadan çıkıyordu tüm aylar. Aylar, otuz eşit parçaya bölünüyordu düş isimli hikayenin öğlen menüsünde. Ve şehrin tüm melekleri dökülen her yaprağı birer bahane sayıp bir bir sana göçüyordu. Ah nasıl bir yıldı o öyle! O yıl yapılan hiçbir çekilişte büyük ikramiye diye geçmiyordu adın. Oysa ben hiç durmadan seni kazanıyordum. Oysa hep "şanslı numaralar onda" diye anons ediliyordu bir parçası geçen yılda kalan biletim. Ben korkunç dehlizlere doğru bir yolculuk kazanmıştım. Sonra onlar geldi. Hiç tanımadığım akrabalar. Herkesi bu büyük aşktan bir parça koparmaya o kadar muhtaç sanıyordum.

İçimizdeki "arzu canavarı" durmadı hiçbir zaman ve hep yeniden, yeni bir aşka arkadan çarptık. Sakladığın adalar bir bir kaldırarak ellerini, bir bir ışığa kurban ettiler kendilerini gözlerinin yarı saydam yarı kanlı yaşında. Ve ben kafamı omzuna vurduğum her anda, yeni melekler yeni gezegenler doğdu hafızamda. Ah o ne mükemmel bir bakıştı öyle etime sapladığın. Ne mükemmel bir andı. Çok sevimli taklalar atıyorduk çıkmaz hayatlara doğru. Vücudundaki derin yarıklardan tek parça elbisene bulaşan, bana damlayan, bana küfreden ağır yaralı bir zamandı.

Ve evet, çok sonra birileri geldi bizi kurtarmaya. Ölüme bu kadar yakınken sağlanan sıcak göz teması sonrasında, Azrail’in kanımızda oluşan ılıman coğrafyaya göç etmesini yeterli bir sebep gibi görüyorduk kısık, kanlı gözlerle. Oysa ben gözümü ilk açtığımda seni görmüştüm, üzerinde diz kapaklarına kadar uzanan tek parça elbise. Allah'ın ilk emri gibi inmiştin ve aslında ilk o zaman girmiştin koynuma.

Duraktaydın, alelacele yağmuru terkine alıp da binmiştin ruhuma. Herkes "hamiledir yer verin" diyordu. Kimse görmeden beni sessizce ilk oracıkta düşürdün. Beni salkım saçak bir haftanın üzerine kırgın bir yıldırım gibi düşürdün. Bir tek çocuklar sağ şimdi, bir tek yaşlılar. Ah beni sevgilim, beni bir yaş gibi gözün uzağına düşürdün. Ve ilk o zaman yakama yapışmaya başladı bir yılın içindeki tüm haftalar. Aklımızda o düş yarığı şarampoller, aklımızda kimliksiz taklalar.

Şimdi bir ameliyat masasındayız. Üzerinde tek parça bir elbise beyaz yakalı. Şaşkınım. Şaşkınım çünkü söylediğin son sözler lâl, bir yarasa gibi emiyor kalan kanımı. Ben onunla elini tutardım. Elini titreye titreye tutardım. Hangi din anlar bizi, hangi dua paklar? Şimdi kadeh diye serum şişeleri için titriyor sol elim. Sözlerin, bilincimi kesiyor kör bir testere gibi acıtarak. Sözlerin... Doktor, uzak dur doktor "dikiş tutmaz bu yaralar."

Üzerinde tek parça bir elbise: Beyaz, yakalı...

Ameliyat masasındayız. Yani devleti kurtaramayız. Yani sakatız. Yani doktorların yardığı gövdenden tavşan çıkaramayacak kadarız.
 
En az bunun kadar tatlı uykular :)
 

Spontane oldu, Minnak oldu ama Güzel oldu :)




Selam yasakçı zihniyetin yasaklarına direnen insancıklarım,
Kendimce buraya yazmak için uzun bi ara verdiğimi düşünüyorum. Bu araya şen şakrak hoppidi pofidik bi yazıyla son vermek istemiştim, ama hisli dürtülerim buna engel olup edebi bi dönüş yaptırdı bana. Pişman değilim yine olsa yine yaparım çünkü yazarken bana sormuyor yazan kişi. Genelin aksine sevimli bi velet yerine atarlı bi ergen besliyorum içimde. İyi ki de öyle bi yazı yazmışım çünkü tatilde kendimi eğlendirecek pek bi şey yapmadım ki size yaziim diimi. Onun yerine bu yazımın konusunu ooluşturan mini bi buluşmayı anlatacağım size.


Her şey eski blogger olan Oyuncak Ayı'nın bana ""Amorf yarın uygun musu?" mesajıyla başladı. Sosyal medya bağıyla bağlıydık kendisiyle, ama öncesinde hiç aynı ortamda bulunmamıştık. Benim memlekette olmamdan dolayı da yazın da görüşememeiştik. Ben bu mesaja sevgilimle belgesel izlediğimden (yerseeen lol) geç döndüm. Bi döndüm pir döndüm şeysi varsa o da benim yaptığım şeydir herhal. Çocuk bana mesaj attı, ben ona 2 3 arkadaş daha çağırayım mı diye döndüm. o bi kaç kişi domino taşları gibi haberleşince 7-8 kişi oluverdik.

Oyuncak Ayı  buluşma günü tam da evdeki hesabını çarşıya uyduramayıp erkenden uyanmış ve yola koyulmuş. Buluşma saatinden iki saat önce Alsancak'ta olur.Sabah beni aramış ama ben o sıralar başka alemlerde fink attığımdan duyamamışım. Bi de yeri gelmişken ben bu çocuğu beni aramışssın hayırdır diye ararsam açmıyor!, buradan bi kez daha söliim dedim. Bizimki erkengen gelmiş İzmire ben de Kıbrıs Şehitleri  Caddesi de herkes gösterir, orada rahat vakit geçirirsin dedim ve arkasından kahvaltımı yapıp koştum yanına. Buluştuğumuzda mekan karmaşası yaşasak da adet gereği Doğa Cafe'ye girdik. Orada ben biraz soru yağmuruna tuttum çocuğu tebi;

Blogunu neden kapattın?
Geçiş ile uğraşıyordun hani İzmire gelecektin noldu?
Neden erken geldin?
bla bla diye devam ettim.
Bir bir cevapladı sorularımı. O arada Sadakat'eoyun oynamak istedik. Oyuncak beni date yaptığı kişi olarak tanıştırdı. Ben de oyun oynamaya çalıştım ama o arada mekanı bilmeyen bir adet Beyaz Peynir'i karşılama çabasındaydım. Bigale diye bi site vardı zamanında o site sayesinden tanıştığım yegane insanlardan. bu meşguliyetimden dolayı Sadakat oyunumuzu çaktı. Çünkü rolüme çalışmamıştım, elime bi telefon verilip konuş denilince. İsteksiz Ruz taklidi yapasım geldi, ama onu da kıvıramadım açıkcası saçmaladım. Tebi bizimkisi çakal öyle minnoş yumuduk edebi sevimli göründüğüne bakmayın. Feleğin çemberini hulohop yapanlardan (bunu yazarken nedense çok eğlendim) Yazın fix içeceğim olan limonatamı sipariş edip sohbete koyulduk. Bu 3 kişi arasında ortak nokta ben olduğumdan susmadım sanki normalde susuyormuşum gibi. Tanıştırdım kaynaştırdım bi güzel hatta siz birbirinizi daha iyi anlarsınız meşlektaşsınız diyerekten laflarıma Peynir'im alındı kıyamam yaa siz mutlu mesut olun diye tüm çabam yoksa ayrımcılığın her türlüsüne karşıyım yani..Sonra aramıza Panda katıldı. Kendisi memur tatilde ama üşengeçliğinden sonradan katıldı bize. Kendisiyle önceden tanıştığımız için (hani son postlarında 2 3 satırla anlattığı buluşma) özlem giderdik bu buluşmayla. Onun sonrasında da Sevgilim de bize katıldı ve öyle muhabbetler kahkahalar espiriler yaptık. Panda'nın kahvesi sayesinde sevgilimin fal bakabildiğini öğrendim o gün hala şoklardayım :) Bütün erkekler toplanıp anamızı bekledik, ama kendisi yine yoğunluğundan bizleri aç birer ağaç konumuna getirdi. Ben başımın ağrısına dayanamayıp bişilerr yesek yaaa dedim. Minnak cüssemle bu teklifi ortaya benim atmam da ayrı bi ironi. Cafenin hemen yakınındaki Anamızın da sevdiğini bildiğimiz mekana geçtik. Zaten hemen arkamızdan o da damladı. Siparişlerimizi verip yemeğe geçtik. Yemekten sonra ağrımın açlıktan olmadığını anladım. Ama ortam o kadar eğlenceliydi ki millet doyunca açıldı sanki. VanGörl'ün sert geçen ergenlik rüzgarıyla tüylerimiz diken diken oldu. Bi ara erkil adetlerin eşcinsel hayatına uygulanırken kafalarda oluşan soru işaretleriyle cebelleştik.bu konuları konuşurken üstüne Anamızın kuzusu ve sevgilisi geldi. Bu buluşma sayesinde onunla da tanışmış oldum hemi de bonus olarak sevgilisi de vardı. Umarım gördüğüm gibi hep mutlu olup gülerken. birlikte gülmek onlara çok yakışıyor. Ten uyumlarını bilimiciim ama renk uyumları güzeldi buluşmada :)

Son katılan üyelerin de yemeğini bitirmesiyle. Beyaz Peynirin sosyal arkadaşlarla yapabildiğin aktiviteleri sevgilinle de yapıyorsun, hayatına sevgili diye birisini sokmak zorunda mısın? sorunsalı hakkında herkes fikirlerini beyan etti. Peynir hangisine biat edecek ona kalmış bir şey elbette. Ama onun hakkında en hayırlısını talep ediyorum kendi nezdimde.

Sadece yemek yenilen bi mekanda yeterince yer kapladığımızı ve ortamın seyrini daha da değiştirmemek adına kalmakaya karar kıldık. Saat 22.00'ı geçmeden içkilerimizi alıp kendimizi çimlere attık. Elbette ki 125 midye kardeş eşliğinde. O akşam Peynir ve Oyuncak ilk defa midye tattılar. VanGörl elleriyle açıp yedirdi. Boşuna ana demiyoruk bu kadına :) Ayıcım sanki biraz ürktü midyelerden bizim 10 parmak yediğimiz varsayarsak o biraz yavaş kaldı. Midye bira ve çimler birleşince güzel sohbet ardından gelirdi zaten. Bonus olarak da kordondaki bi abinin içli klarnet çalışı da eşlik edince güneşi batırdık bi güzel manzaraya nazır.

Buluşmanın narinleri olarak Vangörl ile üşüsek de sohbet ve dedikodu ile içimizi ısıttık bi nebze. İlerleyen saatlerde gruta çiftleşme  minimalist dedikodular hakim oldu. Birden gelişti. Peynir ve Oyuncakla oyuncağın kafasını karıştıran birisi hakkında konuşmaya başladık. Ürkek ama yapacağından geri kalmıyorsun tatlım yaa :) ama çok sevimlisin. Kilo sana yakışıyor ve iyi dileklerin için teşekkür ederim.  Benim için buluşma bu aşamada bitti zaten. Erken ayrılıp sevgilimin yanına geçtim ve sonraki dedikodulardan uzak kaldım. Artık onları da birisi yazarsa oradan öğrenirsiniz anacım benden bu kadar :)

Çim bira midye ve güzel insanlarla buluşmak her daim güzel.
 
DN: Eksik kalan bi ayrıntı varsa yorumlarla doldurun anacım. Evden çıkmadan bi çırpıda yazıp yayınladım. Tekrarını daha genişini yapmak ümidiyle öpüldünüzz :*

9 Eyl 2013

Derin ve Soğuk Ses

size bahsettiğim daş :) sevimli değil mi ama?


Sırrı dökük aynanın arkasından bakıyorum kendime, yüzümde hiç güzel durmayan üryan yalnızlıklar. Baş ağrısıyla yaşanan küçük artçı sarsıntıların ardından, nereden geldiğini bilmediğim bir sesle ürperiyorum.

“Hesaplaşma zamanı, bütün yaşamın şu anda gözlerinin önünden geçiyor. Benim kim olduğumu iyi biliyorsun. Ana rahmine düştüğün andan itibaren öğretilen tek gerçeğinim ben, korkulan ve akla geldiği anda, aniden düşüncelerden uzaklaştırılmak istenen tek doğruyum. Fikrinden ince kırıklıklarla geçen; yarısı beyaz, diğer yarısı zifiri karanlık anlarında var olan, hiçbir zaman hayali kurulmayan, düş olarak bile kabul edilmeyen, korkak bir tebessümle karşıladığın; evet aklından şu an geçen korkunum ben.

Evet, benim adım ölüm…”

Adak ağaçlarımı görüyorum. Her bir düğümde, zihnimden geçenleri seyrediyorum. İçtenlikle istediklerimi ve edepsiz şımarıklıklarımı…

Aynanın arkasından ne kadar da net görünüyor.

Durmaksızın çağlayan bir şelalenin ardından, gözlerim bir hale birikintisiyle parıldıyor. Annemin, kardeşim ve benim için hazırladığı şekerli kurabiyeleri herkesten habersiz mahallemizin bakkalından aşırdığımız sakızları görüyorum. Komşumuzun oğlu Cem’in bizi korkutmak için ara sokaklarda patlattığı kız kaçıranların gölgeli ve tehlikeli melodisini fark ediyorum. Oynadığımız çocuk oyunlarının en zevkli yerinde, annemizin akşamın zifire düşmesiyle; ‘Hadi kızlar eve artık, yeter sabahtan beri doyamadınız sokağa ’ diye seslenişleri duyuyorum.

Puslu bir vakitteyim.

Buraya nasıl geldiğim konusunda hiçbir fikrim yok. Tek hatırladığım yakın dostum Gaye’nin nişan töreninden dönüyordum. Arabanın camından gökyüzünü seyrederken; arkadaşlarımdan gecenin yıldızlara olan imkansız aşk hikayesini;  alkolün vücutlarında bıraktığı derbeder ruh haliyle dinliyordum.

Genzimde oluşan acı kızıl tadı ve rüzgarın uğultusunun yamalı yüreğime bıraktığı serin ayazların dokunuşunu hissediyordum. O an içimdeki mağaradan gelen aynı sesin sessiz yüzüyle tekrar çarpışıyorum.
"Seni birçok defa affettim. Kendi kendini idam etmeye kalkıştığın anlarda bile…
Bu idamlar ki, illaki beden ölümü değildi. Çok defalar anlamsız yürek kanamalarıyla sana emaneten verilen bu hayatın haritasına değerini anlayamayacak kadar kör ve yabancı kaldın. Oysaki sana sonsuz imkanlar verilmişti. İsteklerinin ardında senin için edilen dualarla ayakta durabileceğinin bilincinde olamadın. Bu sebepten de, yaşamaya değer her an’a uzaktan ıska geçtin."
Aynadaki suretime bakarken saçlarımın arasındaki beyaza vurmuş, kahır dokunuşların sızlayan çırpınışı karşısında şaşkına dönüyorum. Otuzlu yaşlarımı sürerken, bu zamansız izlerin kabuğundan sıyrılmayı ne kadar çok istediğimin farkına varıyorum. Terke alışkın yüreğim, söz konusu kendi olunca neden hiç bilmediği bu yerden başını alıp gidemiyor? Oysaki hesapsız ve zamansızca çekip gidilen an’larda, geride kalan fersiz bir hayat olma alışkanlığı, genellikle hüznümün yarım kalmış parçasını oluşturuyordu.

Yine o ses… derin ve soğuk.

“Hatırlıyorsun değil mi? Ana rahmine düştüğün o vakit, etrafındaki meleklerin senin için söylediği bestesi olmayan notasız ezgileri? Kandil ışığı altında annenin yakın yarenlerinin sana dokunuşlarında yaşadığın çekimser korkularını, kundağındaki küçük meleklerin bir çırpıda yok ettiği o emsalsiz anları hatırlıyorsun değil mi? Uyku halindeyken; kötü kabuslardan seni alıp, o küçücük yüreğine bundan sonra gelecek her yaşın için planlar yaparak başını hüzünler kadar sevinçlerle bağlayan, leylak kokulu masal perini hatırlıyorsun değil mi?”

Hatırlıyordum. O sıcak dokunuşları…

Henüz onların dünyasına katılmamıştım. Annemin, beni öğrendiği ilk an’da ellerini karnı üzerinde dolaştırdığında, bana gönderdiği gizli notaların kıpırtısının içime akışını ve bu kalp çarpıntılarının adının sevgi olduğunu henüz bilmiyordum. Şafak vakitlerinde her sabah erkenden uyanıp, sessizce sevişlerini, benimle konuşmalarını ve bana olan meraklı özleminin sancılarını biliyordum. Onların hayatlarına katıldığımda adı sanı belli olmayan bu çarkın zincirleme oyunlarına alet olacağımın farkında bile değildim. Hafızamda ne kadar çok açılmayan kapılar varmış. Zaman, kapalı kapılar ardından beni seyrederken, tepeme binmiş kaygılar ve korkularımla gelecek zamanlardan habersiz planlar yapmışım. Aynanın arkasından kendi yaşamıma ve geçmişime bakmanın ezilmişliği ve hiçliği karşısında, parlak sandığım geleceğin planları içinde batağa saplanan o mahzun hayallerime gecikmenin ağrılı haliydi yaşadığım.

Hafif bir meltem esintisiyle derinlerden gelen o tok ve ürpertici sesle sarsılıyorum.

“Ne kadar çabuk tüketme çabası içine girmiştin yıllarını. Planlar yaparken  bizler sana gülüyorduk. Kurduğun hayalleri gerçekleştirmek için birkaç defa fırsatlar verildi sana, ama yaşamın efsunlu akıntısına kendini kaptırmıştın. Üniversiteden mezun olduktan sonra sana cömertçe sunulan, iş teklifini hatırlıyor musun? Ardına bile bakmadan sana verilen işi küçümseyip senin geleceğin için kaygılanan ailenle alay etmiştin. Bilmiyorsun oysaki babanın ciğerlerine ilk düşürülen o tedavisi olmayan hastalığın sebebini? Senin acılarında ve hüzünlerinde o kadar çok boğulmuştu ki, gönlünü sana meftun etmesini  o kadar bencilce harcıyordun ki bir an önce onda kanayan bu yaradan kurtulmasını sağlamamız gerekti. Babanın içinde çoğalan o sancılı derin yaranın sebebi  senin edepsizce ve anlamsızca önüne sunulan yaşam tuvaline attığın yanlış fırça darbeleriydi. İşte sırf bu yüzden babanı yanımıza aldık. O şimdi inan çok daha huzur dolu… “

Gözlerimin önünde belli belirsiz, üzerinden sıkıca kapatılmış ve kilit vurulmuş bir kapı aralandı. Babamı yirmi üç yaşında kaybetmiştim. O geceyi ömrüm boyunca hatırlayacaktım. Şu an karşımda, paramparça olmuş o vakti teker teker bir araya geliyordu. Erkek arkadaşımla bir partiden dönerken içime çektiğim ot kokusunu fark eden annemin, babamdan gizleyerek beni arka kapıdan eve alışını ve annemin sessiz olmaya çalışan haykırışlarını, babamın hasta yatağında duyup o kabus gecenin sabahında içindeki ıssızlığı tamamen karanlığa gömüşünü, kehribar gözlerini sonsuza dek kapatışını yırtılan bu ahir zaman diliminde tekrar görüyordum.
Birden saklananlar ve sırlar, aynanın diğer bir köşesinde tek tek ortaya çıkıyor. Şaşkınlığım ve öfkem şiddetleniyor. Babamın herkesten saklamayı başardığı tek gerçek ortaya çıkıyor. Ben, her şeyin anlamını yitirdiği o günah gecesinde annemi evimizde başka bir kadınla aldattığını görüyorum.
Babamın beni bu görüntüyü unutmam için defalarca bana gönderdiği hoyrat tokatlar tekrar çarpıyor yüzüme. Hıçkırıklarımın sesi duyulmuyor. Tek duyduğum o ses, yeniden derinden çağlıyor. Bu defa daha hoyrat ve öfkeli…

“Zavallı küçük erkek, şu an haykırsan da bu koca semada sesini biz meleklerden başka duyan yok. Anlamsız gözyaşların. Gözpınarlarından akan yaş değil oysaki… Şiddetlenen ama ne yapacağını bilemeyen küçük bir nehrin büyük akarsulara kavuşma isteği. Geç kalınmışlık nedir bilir misin? Bilmiyorsun… Şu an canını yakan, her hücrende soluk alıp vermeyi engelleyen aldanışlarının günahını ve bu yüzden bir başka yüreği cezalandırmanın bedelini nasıl ödeyeceksin? Hayatına giren sana deli divane tutkun o adamdan, babanın anneni aldatmasının intikamını almaya çalışarak içinde büyüttüğün yalnızlıkları bir çukura atıp oradan çıkamayışlarını zevkle seyrederken acı çekmedin. Öyle ki biz her ölümlüye eşit derecede sevgiyi ve öfkeyi verdik. Sen katlettin içindeki sevgiyi…”

‘Sırılsıklamdım o gece. Annemin intikamını alıyordum. Şiddetli yağan yağmurun üzerimdeki sorgusuz bıraktığı yas dolu etkisiyle…

‘Gitme…’  diyordu sevdiğim adam.
Gitmeliydim...

Bu hikayenin sonunu en başından biliyordum. Bile bile bütün öteki erkeklerden intikam almak ve her erkeğin ikinci bir erkek olabileceği gerçeğini ispat etmek ve diğer erkeğin acı dolu yüreğinde kanamamak için, bana delice aşık olan bu adama veda ediyordum. Hesapsızca aniden, herkesten ve kendimden bile gizlediğim yüreğimin  gizli köşesinden bir çığlık yükseliyor…

Bu ses tanıdık, bana yakın. Evet, bu benim iç sesim… Kocaman bir seslenişin ardından, haykırışlarım bu defa gerçek ve yalansız gün yüzüne çıkıyor. Karşımda bütün asaletiyle duran, göremediğim adını bile telaffuz etmekten çekindiğim sorgu meleklerine kafa tutarcasına üzerime yapışan bu yaftanın haksız yenilgisi karşısında direniyorum.

İtirafım: Evet Haklısın…

İlk başlarda bu kadar yürekli değildi adımlarım. Ne kadar gerçekçi davranmışım ki, sizler dahi inanmışsınız bu oyunumdaki sahte rolüme. Bende olan ne varsa vermiştim sevdiğim adama… Sevdiğim adam diyorum, çünkü gerçekten sevmiştim… İlk başlarda sıradan ve diğerleri gibi intikam almak için kurulan bir yap-boz oyunuydu, kabul ediyorum. Takatim kalmamıştı yalancı yüreklerde sevgi dilenmekten. Kendimle baş başa kalmaktan korkar olmuştum, sevgisizliğin ve ilgisizliğin bir hastalık gibi kanımda dolaşmasının intikamını almaya çalışıyordum. Bir sınır çizgisinde olduğumu onun yüreğiyle karşılaşınca anladım. Hayal bile edemeyeceğim güzellikteki yüreğinde kendimi kaybetmekten korktuğum için, onun karşısında küçük bir oğlan çocuğuna dönüşen ağlayan ve tükenmeye başlayan cüssemle ondan kaçtım.

Sessizlik…

O an’da oluyor her şey, etrafımda gerçekleşen olayların farkına varmaya başlıyorum.
"Küçük, bu son oyunda kartlarını açık oynadın. Yıllarca yalanlar ve aldanışlar üzerine kurduğun bu dünyandan, tanrıya borçlu olduğun sevginin sadakatinin gerçekliğini, bu vakitte gösterdin. Şimdi korkma. Yüzünü fırlatıp at, düşlerini ve hayallerini çıkar gözlerimin önüne hadi. Gözlerime bak… Her şeyi anlatacağım sana korkma. Bir trafik kazasıyla alıyoruz şimdi seni yanımıza, sen ve ben başka kimse yok

Korkma...
Hayatın iki gerçek üzerine kurulu olduğunu anladın sen bu ahir zamanda… Aile sevgisi ve aşk, hesapsız  yalansızca. Gözlerime bak ve sakın korkma."
Ölümü gördüm. Tanıdık bir yüzdü öyle ki kabul edip aldım içime. Şimdi ben soğuk bir güz döneminde bedenimi toprağa veriyorum. Fersiz bir gecenin içinden miadını doldurmuş hüznümle yüzümde hiç eksilmeyen üryan yalnızlıklarla terke gidiyorum. Hiç kimsenin bilmediği o farklı yaşamda gerçek olmuş hayallerim, düşlerimle ve keder kokan şarkılarla raks edip büyük bir coşkuyla susuyorum…
Blogger Witget