27 Haz 2013

21. Oldu, ama Benim Yaşadıklarıma Gel...



Selam canlarım. Buraya ne zamandır günlük dilde bir şeyler karalamadığımı fark ettim gerçi uzun süredir edebi şeyler de yazamıyorum orası da ayrı bi mesele neyse. Konumuza gelelim fazla uzatmadan.

Malumunuz Haziran ayının son haftası onurlu haftamızdır tüm gökkuşağı çocukları olarak. Değineceğim konuyu az çok kestirmişsinizdir. Bu pazar akşam 17.00 sularında İstanbul'da  başta insanlık onuru için yürüyüş olacak. Ben bu yürüyüşü blog açmadan önce de takip eden ve medyada görünmese de elimden geldiğince dinlediğimden ayrıntılarıyla bilen birisiyim diyebilir. Keza İstanbulu zerre kadar bilmeyen ben için ayrıntılar ne kadar gerçekçidir tartışılır, ama konumuz bu değil şimdi.


Senelerdir takip ettiğim bu olaya üniversiteyi kazandığım zamanlarda da gidebilme, orada düdük çalıp o devasa bayrağın altındaki sıcaklığı yaşama hayalini eklemiştim. Bu hayali hala gerçekleştiremedim(!) Ya bi sınavlar ya bi akraba düğünü zırt pırt pranga oldu bana. Bu sene için planlarımı önceden ayarladım ailemle konuştum davetiye geldi mi benim icabet etmemi gerektirecek yakınlıkta diye kolaçan etmeye başlamıştım etrafı hafiften. Benim dışımda olayların bana engel olmayacağını farkedince  kendime bi kumbara ayarladım ve birikime başladım. (öğrenciyiz, açız lol)Günler daha da yaklaşınca ertelediğim İstanbu'da konaklama sorunumu çözmeye çabaladım her yere haber salarak. Aklımda garanti diye düşündüğüm ya da iki niyaza hallettirebileceğimi düşündüğüm bana yardım ve yataklık yapabilecek potansiyeldeki kişilerle iletişime geçtim, ama onlarda pek o isteği göremeyince kendimi sifonu çektiğin halde gidemeyen ve suyun etkisiyle bilinçsizce savrulan bok gibi hissettim. Bu arada ailemle de konuşmalarım devam ediyordu. Annem kalacak yer bulursan arkadaşın vs git canım oğluşum kaç senedir memlekete geliyorsun yazları İzmir dışına çık dedi. Yani demedi de benim aklımdaki cümleler buydu o da onay verir konuşunca demiş olmuştu bence. Tek sorun kalacak yer gibi görünüyordu şimdi ve yürüyüşe 2 hafta filan kalmıştı sosyal medyadan haberleri ve takvimi filan incelerken bi an Kaan'ın blokunda kalacak yerle ilgili yardımcı olacağı ibaresini okudum. Bi aydınlanma bi havai fişek efekti oluştu odamda.  Okuduğum gibi yorumu yaptım ve bu yazı yürüyüşe son hafta kala oldu bu da benim kalacak yerle ilgili umutlarımın artık sersefil dalgalanan bokluktan halliceydi. Yoruma abanıp iletişime geçme çabaları derken ertesi gün evden bi telefon ben arayacaktım onlar aradı ki onların aradığı tarihler bellidir bu arayış beni tedirgin etti ilk gördüğümde. Hissiyatlı birisi olmak bu konularda hiç iyi bir şey değil tüm konuşmanız algınız değişiyor bi sebep yokken. Ki hislerimde de yanılmadığımı telefon konuşmasında anladım. İstanbul konusunda kaçmalar kelime oyunları aşırı hal hatır sormalar hatta benden geçip ev arkadaşlarıma varınca olay dayanamadım ben açtım konuyu ve anlattım böyle böyle kalacak bi yer buldum diye sesimdeki enerjik tonla. Bunu duyan annemdeki tepki telefonu babana veriyorum oldu ve babamın ağzından çıkan tel kelime gitmeni istemiyorum Amorf oldu. Nedenini filan sorguladım elbette ağzım boş durmaz benim bilen bilir. Aynı teraneler etrafında dönünce konuşma babamdan tekrar gitmeni istemiyorum + o kadar nidası gelince ben peki diyebildim sadece. Çünkü babam gitme dese ben inat eder bi şeyler yaparım bunu bilirler de. Ama konu istemiyorum olunca bende cevaplar tıkanıyor "peki" leyen bi moda bağlıyorum isteksiz. Bu telefon konuşmasından sonra kalacak yerim vardı ama İstanbul'a gitmek için finansmanımı kaybetmiştim. Havai fişekli bok modundan tekrar pervasızca süzülür oldum esanslı suda. Bu telefon konuşmasının ilginç yanı da sadece İstanbul'a gitmeni istemiyoruz İzmirde gez sınavların bitince gelme istersen hemen diye bi ayrıntı da geçti. Bi kaç senedir İzmir dışına çıkmadığımı söylediğimde. Keza İstanbul planı netleşmeden önce arkadaşlarımla Kuşadası planım da vardı, ama ben İstanbul istiyordum deli gibi ağız dolusu tezahürat yapmak istiyordum. istiyordum da istiyordum işte.


İstanbul planı istekte kalınca ben de Kuşadası planına katılayım bari dedim. Bir de ne göreyim ben Kuşadasındayken İzmirde de Onur yürüyüşü olacakmış hem de ben Ada'dan İzmir'e dönüş yolundayken al sana bi sifon çekmelik neden.  Spontane yaşayan bir adamım zaten bi kaç plan yapayım dedim neden böyle arapsaçı düğümlerin elimde kalmasıyla sonuçlanır ki.

Yazar burada demek istiyor ki, İstanbuldaki yürüyüşe katılamayıp Kuşadasına giden karakter elinin altındaki -küçük çapta da olsa- onurlu yürüyüşün verdiği coşkudan mahrum kalmıştır. Sonuç olarak bu cumartesi Kuşadasına kadın arkadaşlarımla kalmalı ve bol bol yüzmeli stres atmaya gidiyorum. Onurumuzu böyle yaşatacağım... Sizden tek dileğim benim için bol bol tezahürat yapın bi nefes de benim için üfleyin düdüğe.

Not olarak da belirteyim benim gibi İstanbuldaki yürüyüşe herhangi sebepten ötürü gidemeyecek ve İzmirde ya da çevresinde konaklayan arkadaşlar buradaki yürüyüşe katılım gösterebilirsiniz. Bir de biraz geç haber vermiş olsam da Pembe-Siyah Üçgen derneği yanlış anlamadıysam başka bi eylem grubuyla İstanbul'a araba kaldırıyorlarmış iletişim için hala geç mi pek bilgim yok ama son dakikaya bırakan birileri varsa eğer benim gibi şansınızı zorlayın anacım.

Buraya daha neşeli şeyler yazma planım vardı, ama böyle bi durum geçince başımdan ve blokumdaki iç dökme eksiğini gidermek adına bu olaya öncelik tanıdım. Bol lezli bi tatil kaçamağının ayrıntılarını yakın bi tarihte bu blokta bulacaksınız takipte kalın şekerler...
Bu arada unutmadan da söylemek istiyorum yürüyüş için yaptığım birikimle Dan Brown'un Cehennem isimli kitabını aldım dün geldi kitabım ve bu yazıyı yayınladıktan sonra ona başlayacağım. İstemediğim şekilde gidince işler kendimi şımartmayı seviyorum.

 
 
DN: Eğer İzmir'deki yürüyüşe katılmak isteyen arkadaşlar için facebooktaki bu etkinlik yardımcı olur diye düşünüyorum. Bi arkadaşa ihtiyacınız yok oraya gidin ve bir kişinin katacağı kalabalığa şahit olun. Bilgilendirme içn tıkla 
 
 


17 Haz 2013

Her Şey Ambalaj Değil...




                                                                                                                                                   Saat 21:30...

Ev insanları televizyonun başında oturuyordu. Biri, evin hanımı hariç hepsi hiç konuşmadan, hiç kıpırdamadan televizyona bakıyordu ama televizyonun sesi tamamen kısıktı. Bütün akşam böyle geçti, gece olunca herkes yattı. Ertesi akşam aynen bir önceki akşam gibiydi, konuşmadan, kıpırdamadan sesi kısık televizyona baktılar. Bir sonraki akşam da böyle geçti, ondan sonraki de. Ertesi gün evin hanımı markete giderken sokakta komşusunu gördü. Kısa süre sağdan soldan konuştular, sonra komşusuna “Son günlerde evde bir acayiplik var sanki. Ne bileyim, sanki iletişim biraz kopmuş gibi” dedi. Komşusu bu gibi durumlara aşinaymışçasına hemen çözümü söyledi: “Markette satılan dörtlü meyveli yoğurtlardan al, herkes televizyonun başındayken odanın kenarından beri o birbirine yapışık küçük plastik kaseleri ayır. Tam o sırada “Kırrrt” diye bir ses çıkacak, göreceksin ki o sesi duyan ev insanları birden neşelenecek ve birbirlerine sarılacaklar. Ben her zaman böyle yaparım ve işe yarar” dedi.
 
Kadın dörtlü meyveli yoğurtları almış eve yürürken düşünceliydi. “Ne harika aileymiş bizim komşular. Demek böyle şeyler küçük şeylerle mutlu olabiliyorlar. Demek ki ben her şeyi çok takıyorum, işte, çözüm yoğurtlardaymış. Bu kadar kolay ve yakınmış, üstelik ucuz da”


O akşam saat 21:30 da herkes aynıpozisyonda sessizce oturuyorken evin hanımı mutfağa gidip dörtlü yoğurdu sessizce odaya getirdi. Önce ikiye böldü, gerçekten de “Kırrrt” diye bir ses çıktı, ama hiç kimse dönüp bakmadı. Sonra ikiye bölünmüş parçalardan birini ikiye böldü, sonra diğerini de ikiye böldü ama hiç kimse fark etmedi bile. Kadın bu işe çok şaşırdı, mutfağa dönüp uzun süre neden böyle olduğunu düşündü ama bulamadı.


Ertesi gün komşu kadın kapıyıçaldı. Verdiği taktiğin işe yaramadığını öğrenince hiç bozulmadı, bu duruma aşinaymış gibiydi. “Yoğurtları neyli aldın? Çikolatalı mı? Hah, kesin onu beğenmediler, sen en iyisi çilekli al.”


Ertesi akşam kadın dörtlü çilekli yoğurt kaseciklerini denedi, yine sonuç alamadı. Öyle utandı ve umutsuzluğa kapıldı ki, bir sonraki gün komşu kadın verdiği taktiğin sonucunu öğrenmek için uğradığında ona işe yaradığını, artık evde ortamın düzeldiğini söyledi. Komşu kadının gözleri bir kez daha bir tanıdığını mutluluğa kavuşturmanın sevinciyle parladı, bu mutlu sona da alışıktı çünkü

Kadın sonraki akşamlar boyunca evde, televizyon odasının kapısının eşiğinde ambalaj patlattı. Olmuyordu. Anlıyordu ki, daha fazla ses çıkaran ambalajlar bulmalıydı. Markete gittiğinde birçok ürünün ambalajını patlatıyor, hangisinin daha çok ses çıkaracağını bulmaya çalışıyordu. Bu iş için kenarda başka şeyler için sakladığı paralarını harcadı. Markettekiler bir süre sonra ona deli gözüyle baktılar, markete sokmadılar. Bunun üzerine her gün başka markete gitti, her gün saatler boyunca market aradı, taradı, yol aldı, yol döndü. Olmadı. En sonunda bu işin ambalajla mümkün olmadığını anladı. Eve önce davul zurna ekibi, sonra mehter takımı getirdi, bunlar işe yaramayınca önce oda, sonra filarmoni, en sonunda senfoni orkestrasını içeri doluşturdu ama yine işe yaramadı.


Onu en son gördüğümde sokakta kahkahalar atarak ilerliyordu. Onu deli sandım, çünkü yüzünde çılgın bir ifade vardı. Evine doğru yürürken elinde tuttuğu bir şeyi havaya fırlatıyor, sonra onu vücudunu çeşitli şekillere sokarak yakalıyordu. Yukarı fırlattığı şeyi el bombasına benzetmiş, sonra “Hadi canım, allahın delisinde el bombası ne gezer” diye düşünüp yürümeye devam etmiştim. O akşam itfaiyenin söndürme çabalarını izleyen kalabalığın arasında dolaşırken kendimi suçluyordum, olanlar sanki benim yüzümden olmuş gibi geliyordu...

 

3 Haz 2013

Biber Gazı Değil Oksijen Solumak İstiyoruz

Sevgili okuyucularım, bu yazıyı sabırla okumanızı tavsiye ederim, dün bir çok yerde paylaştığım halde ancak blogumda yayınlama fırsatı bulabildim. İzmirdeki 1 Haziran eyleminin gerçek yüzünü yaşayan bir arkadaşımızın ağzından dinleyin bir de. Okurken kanım dondu resmen bir de bunlara kayıtsız kalanları gördükçe artı irite oluyorum yaşadığım ana.

Yazının gerçekte yayınlandığı site ve takip edilip yardımda bulunulması gereken ikinci site.



2 Haziran sabahı eve vardığımda merak eden arkadaşlarımı bilgilendirmek adına twitter hesabımdan yaşadıklarımı aktardım fakat olay çok büyüdü, bir çok kişinin desteği ve merakı olaya dahil olunca ve medya bu konuda hiç bir bilgi vermeyince, yaşanılanları insanların bilmesi için bir yazı oluşturmaya karar verdim. Baştan sona olayı anlatmadan önce şunu samimiyetle söylüyorum; bunları anlatırken amacım hiç bir kimseye zarar vermek, bir kurumu kötülemek veya insanları galyana getirmek değil, bana göre poliside eylemciside siyasetçiside insandır, her insanın iyisi kötüsü olduğu gibi şahısların kendilerini eleştiriyorum, kurumları değil.

Öncelikle size olayın gündüz boyutundan biraz bahsedeyim. Gündüz vakti kordonda çok güzel bir ortam vardı, eşcinsellerinden solcusundan sağcısına kadar bütün insan grupları bir arada dostça kendilerini ifade ediyordu. Olayların başlangıç anı, basmane tarafına yürüyen grubun aşırı güç kullanılıp sıkıştırılmasıyla oldu. Kordona gelen haber vasıtasıyla bütün kordon toplanıp binlerce kişi yardım için o tarafa doğru yürümeye başladık.
Basmane tarafında dar bir caddede bütün grup polis barikatına doğru yürürken arkadaşımla ben olayın merakı yüzünden biraz ön saflara doğru hareket ettik. Havanın kararmasıyla birlikte birden havada gaz bombaları belirmeye başladı, insanların üzerine hiç bir şey yokken birden gaz bombaları atıldı. ‘Ne oluyoruz?’ derken birden önümüzdeki grup arkaya doğru koşmaya başladı ve şunu fark ettik, meğerse grubun en önlerine kadar ilerlemişiz ve önümüzdeki bir kaç kişi arkamıza geçip kaçmaya başlayınca çevik kuvvetle yüz yüze kaldık.
Daracık sokakta binlerce kişi arkaya doğru kaçıyor, arka taraftan ilerleyen kalabalıktan dolayı uzaklaşamıyor, sıkışan binlerce kişinin üzerine polis gaz bombaları yağdırıyordu ve ben arkadaşım en arkada kalmıştım. İki dakika kadar sonra yoğun gazdan dolayı nefes alamaz, göremez hale geldik, ortalık birden cehenneme dönmüştü. Bunların hepsi 1 Haziran akşamı saat 11 civarında meydana geldi. Sıkış tepiş insanlar canlarını kurtarmaya çalışırken bu olay kimilerinin hiç umrunda olmasa ki halkın arasına gaz bombaları fırlatılmaya devam ediliyordu. İnsanlar kör oluyor, kusuyor yere düşüp bayılıyordu. O sıkış tepiş cehennemde kaçan bir grup yan taraftaki inşaatın demir levhalarını devirdi ve kendimizi birden inşaata attık. İnşaata girdiğimizde bende gözlerimi açamaz hale geldim, resmen zehir soluyordum. Binlerce insan ağlayarak kusarak topallayarak çiğnenerek o daracık inşaat yolundan kaçmaya çalışırken fark ettik ki; inşaatın temeli yapılmış, yan tarafımız uçurum gibi ve aşağıda inşaat demirleri dik bir şekilde duruyor. O hengamede aşağı düşen her hangi birisinin sağ çıkma ihtimali yok ve gaz bombaları arkamızdan aramıza düşmeye devam ediyordu.
Oradan nasıl canlı çıktım hiç bilmiyorum. Bir çok kişi ağır yaralandı, nefes alamaz duruma geldi fakat nihayetinde kalabalık kendini Anemon otelin önüne atmayı başardı. Otel yaralıları içeri alıyor, misafir ediyor ve insanlar birbirini tedavi ediyordu. Yarım saat - bir saat kadar orada dinlendikten sonra kalabalık bu sefer yan caddeden ( daha büyük ve kaçmak için sokakları olduğu için ) eylemini sürdürmeye devam etti. Tomalar kalabalığın etrafını çevirmeye çalıştı fakat arka taraftaki yollara çoktan barikatlar kurulmuştu, bu yüzden rahat bir şekilde eylemimizi devam ettirebildik.
2 saat kadar eyleme devam ettikten sonra polis insanları Cumhuriyet Meydanına doğru püskürtmek için aşırı biber gazı kullanımına başladı. Sokaklar nefes alınabilecek yerler olmaktan çıkınca bütün kalabalık kendimizi Cumhuriyet Meydanına ve sahile attık.
Olaysız geçen 1-2 saatten sonra gece 1 gibi amcalar teyzeler, çocuklu bayanlar ve ufak gençler Gündoğdu Meydanında toplandı ve dinlenmeye başladı, geri kalan insanların hepsi sevinç pastahanesinin önünde toplandık. İnsanlar sloganlara devam ederken saat 2 sularında polisin ciddi müdahelesi başladı. Gül sokaktan sevinç pastahanesinin önüne doğru çıkan 2 yoldan tomalarla biber gazı fırlatıldı, bir çok yerden çevik kuvvet sokaklara gruplar halinde giriş yaptı ve insanları dağıtmaya başladılar. İşte gerçek cehennem o zaman başladı.
Gündoğdu Meydanına çıkan sokağa doğru insanları püskürtüp herkesi meydanda topladılar ve daha sonra yaşlısı, çoluğu çocuğu demeden sahil ve çevik kuvvet arasında sıkışmış bütün kalabalığın üzerine gaz bombaları atılmaya başlandı. Gözümün önünde bir çocuğun ayağına isabet eden gaz bombasının açtığı yarayı size anlatamam, çocuğun ayağı param parça oldu.. Ortalık cehennem gibi, insanlar nereye doğru kaçacaklarını bilmiyorlar, kimileri Alsancak iskeleye, kimileri Cumhuriyet Meydanına doğru kaçmaya başladı. Ben ve arkadaşım Alsancak İskeleye doğru geçtik fakat arkamızdan hala gruba yönelik gaz bombaları atılıyor, insanlar perişan şekilde gruplara ayrılıyordu. Kıbrıs Şehitleri caddesine girmenin mantıklı olucağına karar verip içeri girdik ve kendimizi askeriyenin önünde bulduk. Kapıda nöbet tutan 3 adet mehmetçik vardı ve kalabalık orda buluşmaya başlamıştı. İnsanlar askeriyenin önünün güvenli olduğuna kanaat getirip güvenlik güçlerinin orada insanlara aşırı güç kullanmayacağını düşünüyorlardı, fakat öyle olmadı..
İnsanlar mehmetçiğe övgü ve sevgi dolu tezahuratlar atmaya başlamıştı, 10 dakika geçmeden Kıbrıs Şehitlerine giren güvenlik güçleri askeriyenin önüne birden gaz bombaları atmaya başladılar. Ve attıkları kesinlikle uyarı tarzında bir şey değildi zira ilk attıkları bomba tam ortamıza isabet etti. İnsanlar tekrar panik halinde kaçışmaya başladılar, kimileri askeriyeye sığınmaya başladı, asker insanları askeriyenin bahçesine alıyordu fakat polisin askeriyenin önüne, mehmetçiğin 2 metre yanına bile gaz bombası atmaktan kaçınmadığını gördükten sonra biz oraya girmenin mantıklı olmadığını düşünüp sahile doğru tekrar koşmaya başlamıştık ki, tam önümde kafamın 30 santimetre yanından bir gaz bobması geçip uzun saçlı bir arkadaşın suratında patladı. Çocuğun suratından duman yükselmeye başlamıştı fakat hengamede kimse bir şey yapamıyordu, kimsenin koşmaktan başka çaresi yoktu. Çocukta yanık suratıyla kalabalığa karışıp bir yerlere girdi. Bizim bulunduğumuz grup tekrar sahile çıktık ve orada diğerleriyle bir araya geldik. Fakat sahilde şöyle garip olaylar oldu ; eli sopalı kimliği belirsiz kişiler herkese Gündoğdu Meydanının güvenli olduğunu, oraya gitmemiz gerektiğini bağırıp içinde bulunduğumuz insan grubunu Gündoğdu Meydanına doğru sürüklemeye başladılar ki en ağır darbeyi orada aldık.
Büyük bir ihtimalle yapılan şey tuzaktı zira Gündoğdu Meydanına geldiğimizde bunun bir strateji olduğunu anladık. Önce Alsancak İskele tarafından Toma ve çevik kuvvet ekibi gaz bombaları atarak bizi Cumhuriyet Meydanına doğru sürükledi, daha sonra kaçarken Cumhuriyet Meydanından çıkan Toma ve çevik kuvvet gaz bombalarıyla bizi tekrar Alsancak iskeleye doğru yöneltti. Sahilde 15 dakika önce aç gençlere kurabiye dağıtan teyzelerle, bastonlu amcalarla, kucağında çocuklu bayanlarla sıkışıp kaldık. Tek kaçış yolumuz Sunsetin yanından içeri girmek derken bir baktık ki oradan da içi çevik kuvvet dolu cipler üzerimize doğru tam gaz gelmeye başladı. Ne olduğunu anlamadan birden aramızda sopa ve bıçak taşıyan ne kadar insan varsa ( ki biz onların neden o kadar etrafa zarar verdiklerini anlayamıyorduk ) birden bize saldırmaya başladılar. Az önce birlikte slogan attığım amca birden dönüp elindeki kalasla sırtıma tüm gücüyle vurmaya başlamıştı..
”Amca ne oluyoruz?? Niye böyle yapıyorsun??” derken fark ettim ki onun gibi aramızda 40-50 kişi varmış ve hepsi yaş ve cinsiyet farkı gözetmeksizin insanları linç etmeye başladılar. Bakın arkadaşlar burada bir konuya değinmek istiyorum; bu insanlar sivil polis diyecem ama ne yazık ki sizi bu şekilde rahatlatamıyorum. Zira nasıl bir sivil polis bir elinde bıçak diğer elinde çivili kalasla insanlara saldırır?! Onların kim olduğunun kararını size bırakıyorum..
Nefret dolu küfürler ve bağırışmalarla sağa sola kaçan insanları bütün gücüyle dövmeye başlayan bu insanlar tam bir kaos ortamı yarattı. O dakikadan sonra artık hiç bir şekilde bir grup değildik, tam anlamıyla her birey kendi hayatını kurtarmaya çalışıyordu.. Yanımdaki amca kalasla sırtıma vurmaya başladıktan sonra elimle siper alıp ileriye doğru koşmaya başladım fakat kendimi üç adet çevik kuvvet görevlisinin arasında buldum. Joplarla var güçleriyle vurmaya başladılar, bir tanesi ayağıma vurdu ve beni yere düşürdü, yerdeyken üç adet çevik kuvvet tekmelerle jop darbeleriyle linç etmeye çalıştılar fakat şansıma etrafta kaçışan diğer insanlarada vurmaya çalıştıklarından fırsat bulup var gücümle deniz kenarından Sunset’e doğru koşmaya başladım. Aralıklı çember halinde bu eli kalaslı sivil adamlar, birbirlerini tanıyor, çevik kuvvet kesinlikle onlara dokunmuyor, ve gelen geçen herkesi yere yığana kadar dövmeye başlamışlardı. Arkadaşlar yine bir konuya değinicem; hukuksal açıdan orada toplanmamızın yasal olmadığının farkındayım, polisin gece 12 den sonra müdaheleye başlayacağı zaten bilinen bir gerçekti, biber gazı zaten sıkılıyor onada tamam. Biz zaten orada bütün bunları göze alarak kaldık, polisin müdahelesi tabiki jopla dayakla olucak benim buna saygım var, dövsünler. Sonuçta inandığımız ve koruduğumuz bir düşünce uğruna dayak yiyoruz, yeriz sorun değil. Kesinlikle döven çevik kuvveti suçlamıyorum FAKAT(!) bu eli bıçaklı sopalı adamlar kim?! Bunlar hangi kimlikle bu şekilde insanları linç ediyor? Her türlü techizatı ellerinde bulunduruyorlar, hiç bir şekilde polis onlara dokunmuyor ve ellerindeki (biber gazı değil) spreylerle insanları yaralıyorlar?!..
Arkadaşlar bu insanlar polisle birlikte stratejik hareket ediyorlar, insanların arasında onlardan biriymiş gibi önce insanları galyana getirip belirli bir noktada birleştiriyorlar, ve çevik kuvvetin ciplerle insanların arasına girmesiyle birlikte bir anda herkese saldırmaya başlıyorlar. Ve gözlerindeki o nefreti size tarif edemem. Bu insanlar döverken öyle zevk alıyorlar, yaralarken öyle rahatlıyorlar ki, dehşete kapıldım.
3 adet çevik kuvvetin linç girişiminden kurtulup içeri doğru koşmaya başladım fakat sağ diz kapağıma aldığım jop darbesinden dolayı topallayarak koşuyordum. Tek çıkış yolu vardı o da 2 tane sivil sopalı adamın arasından geçmekti. Geçmeye çalışırken biri kalasla kafama, diğeri göğsüme vurdu sanırım, yere düştüm. Her tarafım birden çevik kuvvet ve bu adamlarla doldu ve yerde beni tekmelemeye, suratıma vurmaya, joplamaya ve kalaslarla dövmeye başladılar. Ben kimseye bir şey fırlatmamama rağmen sivil adamlar ellerindeki kalaslarla boşluklarıma var güçleriyle vurup, ”Hadi şimdide at bakalım onları!! hadi!!! ” diye bağırarak kalın sopalarla dövmeye devam ettiler. Ben öylesine dayak yerken linç edilip ölüceğimi düşünüyordum, bir baktım ki elinde yine sopa ve bıçak olan bir amca yanımda ayakta dikilmiş, gözlerimin içine bakıyor.. Ben dayak yerken kalkmaya çalıştığım için eliyle bana bırak kendini işareti yapıp ”indir kafanı evlat ananı sikicekler yoksa” dedi. O dayağın içinde bile gülümsetti beni. Yediğim dayak artık oradan nasıl gözüküyorsa o adam bile acıdı bana.. Amcayı dinleyip kendimi serbest bıraktım, bir tanesi kalasla boğazıma vurdu, yanımdan kalabalığa doğru koşan bir çok çevik kuvvet ekibi tekme atarak geçiyordu, bir başka sivil boğazıma takılı bandanayı sertçe tutup öldürmek amaçlı kendine doğru sert darbelerle çekmeye başladı, nefesim kesiliyordu, boğmaya çalıştığını gören bir ekip elemanı onuda uzaklaştırdı benden.. Her tarafımdan çevik kuvvet ekipleri ileriye doğru koşarken ben amcayı dinleyip ölü taklidi yapıyordum. Fakat bu seferde koşan ekip elemanları ”ne işin var lan senin burda?? sen hala burda mısın?!?!” diyerek tekme atıp yollarına devam ediyorlardı. Tam o sırada yoluna devam eden son sivil elindeki spreyle suratıma 5 santimetre mesafeden bir gaz sıktı ve birden inanılmaz bir acıyla kavrulmaya başladım. Ona rağmen linç edilmemek için pek fazla kıpırdamamaya gayret gösteriyordum. Allah’a şükürler olsun ki nihayet o cani siviller diğer tarafa doğru benden uzaklaşmıştı ve ayağa kalkıp topallayarak ve emekleyerek kendimi çevik kuvvetin yanından geçip Sunset’in önüne atabildim.
Mekan önü biraz karanlık ve kuytu kaldığı için benim gibi zor durumda bir kaç insan kendini oraya atmış, suratımın ve boynumun yarısı sıvı gaz halinde yanarken topallayarak orada duran adamlara ”nereye sığınabiliriz??” diye sordum, içeriyi işaret edip, ”Polisler oradan çekildi, çabuk ol koş!” diye beni içeriye doğru yönlendirdiler. Zar zor nefes alarak, öksüre öksüre topallaya topallaya kendimi bir taksinin önüne atıp eve gelebildim.
Arkadaşlar takside attığım çığlıkların haddi hesabı yok. Beni iyi dinleyin, 1 Haziran gecesi 20 ye yakın sefer biber gazı yedim, nasıl bir şey olduğunu az çok biliyorum, ve sizi temin ederim bu sivillerin sıktığı şeyler biber gazı değil! Aklıma tek gelen şey portakal gazı olabileceği fakat nasıl bir şey olduğu hakkında derin bir bilgi sahibi olmadığım için bilemiyorum. Suratımın yarısı yanma derecesinde kızardı ve saatler boyunca acıdan duvarları yumrukladım. Bir süre sonra gözlerimi açamaz hale geldim ve saatler boyunca görme yetimi %60 kaybettim. 1-2 saat boyunca duşta soğuk suyla acılar içinde yıkandıktan sonra çektiğim fotoğrafları paylaştım. O sivillerin gösterdikleri vahşet dolu nefret aklıma kazındı. Size o anki ortamı ne kadar analtsam az.. Direkt olarak öldürmüyorlar fakat ölmeniz için ellerinden geleni yapıyorlar. Topluluğu gaza getirip yönlendiren kişilere dikkat edin, zira insanları polisin istediği yere topluyorlar, elleri sopalı ve etrafa özellikle zarar vermeye çalışan insanlara dikkat edin, çevik kuvvet girdiğinde size arkadan saldırıyorlar ve kaçma şansınızı yok ediyorlar. Sıktıkları yasaklı gaz ile temas halinde olduğunuzda kesinlikle yıkamayın, su değdirmeyin, zira tüm vücudunuza özellikle gözlerinize kaçırmış oluyorsunuz. Sadece soğuk suyla ıslatılmış bir bezle dışa doğru temizleyin ve buzlu torbayla tampon yapıp acınızı hafifletin. İzmir ile ilgili şu an sosyal medyada bir dolu yalan yanlış bilgi var, diğer taraflarda ne oldu tam olarak bilmiyorum fakat yaşadıklarım bunlar. Siz bu sivil adamların (hangi partinin özel adamlarıysa artık çünkü polis değiller) nasıl nefretle ve öldüresiye tavır sergilediklerini artık biliyorsunuz, vicdanınız yardımıyla düşünüp ne yapıp ne yapamayacaklarına kanaat getirebilirsiniz artık. Bugün sağ ayağımı kullanamaz haldeyim muhtemelen 2-3 gün boyunca sizlere destek olamayacağım için özür diliyorum, bu yazıyı yazmamdaki tek sebep sizin, başka şehirlerde veya gece olmadan evine dönmüş insanların, orada gerçekten ne olduğunu bilmesini istememdir. Saygılarımla.
Blogger Witget