29 Mar 2013

Muska Yazmak İstiyorum Sana



Muska yazmak istiyorum sana! Hani şu sofuların yazdıkları cinsten… Katlandığında üçgen bir şekil alır mı bilmem ama sana en şans getirecek kelimeleri bir araya getirmek istiyorum. Tek tek deneyerek bütün kombinasyonlarını harflerin, bütün şekillerini resmederek beyaz bir zemin üzerine, en güzel, en umut verici cümleleri yazmak istiyorum sana, en sihirlisinden…

Ve fakat sofularınki gibi mutluluğu bir Tanrı’ya ya da ister şarklıların ışıktan yapılmış, isterse de garplıların şu bilindik beyaz kanatlı başının hemen üzerinde bir çember taşıyan meleklerine bağlamadan… Hiçbir kutsal imgeye gerek duymaksızın, yalnız ve yalnız senin yüreğinde bulunan umuda dayanarak… -Yalnız ve yalnız senin yüreğine-  En güzel kelimeleri bir araya getirmek istiyorum seni mutlu edebilmek için. Bugüne dek hiç yazılmamış kelimeleri bulup çıkarmak Pandora kutusundan Zeus’un.

Kısacası bir muska gibi olmalı yazdıklarım, sana şans getirmeli. Yanında taşımalısın her vakit. Üzüntülü bir anında çıkarıp okuduğunda bütün elemini unutturmalı, belki gülümsetebilmeli yazılanlar. Yoksa mutlu kılmayan bir yazı neye yarar ki? Harfler harf olmaktan kurtulamaz, kelimeler anlamsız kalır sıkışıp kalıbında…

Sana yazmak cesaret isteyen bir iş her şeyden önce. Düşünsene bütün bu yazılanlar, bütün bu kara harfler birer birer göz göze gelecek senin o bakmaya cesaret edemediğim -içine gecenin en parlak yıldızlarını saklamış- gözlerinde. Ve bu kara harfler yirmi dokuz değişik şekli ile sıralanacak art arda en dikkat çekici hâli almaya çalışarak, dayanabilmek için bakışlarına.

Sensiz hep bir şeyler eksik hayatta, sensiz eksik gece, düşlerim olduğundan kısa ve eksiktir bütün yazılanlar… Zira bu tek boyutlu düzlem üzerinde bir kelimeyi ya da cümleyi okunurken güzel kılmak, anlamlı kılmak… Hatta saman kâğıdı bir roman sayfasında söz gelimi, okuduğu güzel bir kısma uyguladığı gibi altına bir çizik attırabilmek, güzel cümleleri ezberlemeyi seven meraklı bir okuyucunun yaptığı türden… Zor iş, hele de sana yazıyorsa, anlatmak istediğini anlatması insanın.

Mesela telefonları da yetersiz buluyorum bu noktada. Duygu, elektron gibi fiziğin en maddesel kavramıyla ne kadar taşınabilir ki? Zaten kaçımız beğeniriz kulaklıktan fışkıran oldukça değişmiş sesimizi ya da bir kayda alıp dinlediğimizde? Ne kadar çirkin gelir kulağa kendi sesimiz. O yüzden insan ne anlatmak istiyorsa, ilkin karşısındakinin gözlerine bakmaya cesaret edecek, ardı sıra da anlatmak istediklerini tek tek söyleyecek, ses tonunu en hoş cinsten yapmaya özen gösterip. Bütün bunları yapamıyorsa bile, onun karşısında olmayı şans sayacak, yani en dibe vurduğu bir anda gidip duracak kapısına, bir şiirde şairin dediği gibi ille de ille böyle olacak.

Yapamıyorsa eğer bütün bunların hiçbirini -benim gibi- o zaman harflerin gizemli bir hâl almasına çalışacak ve saklanarak bütün bu yazdıklarının arkasına. O bunları okurken izlemek keyfini yaşayacak, sevgilisini bir Tanrı gibi, fark edilmeksizin. Metnin arkasında durup öylece gerçek hayatta anlatmak istediği ne varsa, anlatmış olmanın verdiği rahatlıkla ve hatta nerede ne tepki vereceğini görerek sevgilisinin -en doğal tepkisini- neresinde olduğunu bulabilecek, böylece kendi romanının… Kapanmış bir romanın okunmayı bekleyen kahramanı gibi sabırla bekleyecek, o andan sonra yanında beliriveren karanlıkla birlikte. Karanlığa alışmalı çokça, zira aşkla karanlık kucak kucağadır hele bir de ayrıysa, gece uzadıkça uzar, ay çıkar, döner durur başında, yıldızlar birer birer söner bir kandile üflüyormuşçasına, geriye bir tek beklemek kalır, bütün bu sıkıntılı günlerin geçeceği hayaliyle beklemek. Zaten bekleyemiyorsa insan yapacağı başka bir şey de yok demektir karanlığa gömülüp kaybolmaktan başka. Bütün bu ihtimaller dışında hep iyi bir ihtimal olabileceğine dair ümit beslemeli, yazdıklarıyla mutlu kılabileceğini de hayal etmeli hatta.

Bütün bu yazılanlar haricinde güzel şeyler yazmak isterdim sana tüm kalbimle. Seni mutlu kılacak ne varsa hepsini yazmak bir anda. Fakat neylersin ki bunu başarmama imkan yok henüz. Oldukça soyut kalıyor yazdıklarım duyguyu aktarmakta. Hele bir muska gibi sana şans getirme iddiasında bulunması, olsa olsa bir ütopya olur. Ama yine de iri, kara tespihli üfürükçü bir hocanın yazabileceklerinden çok daha güzel olabilir. Buradaki kelimelerin bir çoğu belki daha önce hiç hissetmediklerini hissettirme şerefine de nail olabilir. Bu da kâfi benim için.

En güzel, en sihirli sözcükleri bir araya getirmek isterdim senin için en başından beri söylediğim gibi. İşte burada yine büyük usta diyor ya ”…en güzel söz, henüz yazılmamış sözdür.” diye… Ben de tam bunu anlatmak istiyorum aslında:

”En güzel söz henüz yazamadığım sözdür sana.”

25 Mar 2013

İlk Mim'im



Selam blogdaşlarım ve okuyucularım. Yazma konusunda yeni olmasam da internet üzerinden paylaşımlarımda yeniyim sizin de bileceğiniz gibi ve blog alemine ilk girdiğimde bu "Mim de ne la?" diye bakınıp okurdum hatta kendimce hayıflanırdım bi Mim'im bile yok diye. Sanırım tengri beni duydu ya da kulağındaki pamuğun farkına anca vardı bilemicim. Artık benim blogumda da bi MİM var ayıkks. Ama düşünmüyor da değilim rahat mı battı acaba diye. Bana bu Mim'i paslayan ve mim abim olan ve her ne kadar bana "kuduruk" diyerek kendini sözde bakir/e göstermeye çalışan Huzucuğuma da ayrıca teşekkürlerimi iletiyorum tabi bunu okursa... Neyse kısa kesecektim sözde ev arkadaşımla Counter geceleri yapıyoruz da bu aralar onu bekletmiyeyim. Yıllar sonra oyun oynamayan ben yön tuşlarından kurtulmaya başlıyorum :)

Gelelim ilk göz ağrım olan Mim'e

1) Su mu, Ateş mi, Güneş mi olurdun? Neden?

Ben su olurdum sanırsam. Yine büyük bi kararsızlığım var bu üçü arasında ama su daha ağır sanki bünyemde de zihnimde de. Bi kere suyu severim hem içim hem dışım özellikle yazları denizle dışımı suyla içimi ferahlatıyorum. Saflığından ve berraklığından bahsetmeme gerek bile yok. Onlara ihtiyaç bile yok aslında. İnsanoğlu muhtaç olduğu zaman çamurlu suyu bile tüketmişlerdir. Yani her halukarda bana ihtiyaç duyulacak.(egoistliğimin göstergesi) Su akar yolunu bulur derler. Neden mi söyledim bunu siz anladınız ;)

2) Taş olsan nerenin taşı olurdun?

Şimdi neden bi varsayım var ki ortada? Bi kere ol-sa-m demeye gerek yok zaten öyleyim :P haaa ille nerenin diye sorarsanız belli bi yer belirtemem ama Biscolata taşlarından olabilirm kanımca :)

3) Neyin ve kimin karşısında hangi durumlarda susarsın?

Ben pek suskun yapıya sahip değilimdir her ne kadar ketum olsam da, fakat karşımda boş konuşmadığına inandığım birisi ve benim de bilgi açlığı çektiğim bi dönemse susarım gözlerim konuşur, anladığıma onay bile vermem siz düşünün. bunun dışında susmaktan ziyade susturmayı tercih ederim ;)

4) Kusur olsan nasıl bir kusur olurdun?

Bence kıyafet kusuru yani defo olurdum herhal. Fakirleri sevindirirdim. Büyük firmaların gözden kaçırdığı minik hatalar olup orijinal fiyatının kat kat altına satılıp belki de senelerdir kabana ihtiyacı olan bir çocuğun ısınmasında faydam olabilirdi. Biliyorum çok Pollyanna oldu ama napim bi öğrenci olaraktan alışverişteki indirimlerin ya da sezon sonu takipçiliğinin ne demek olduğunu biliyorum...

5) Küfür olsan ne olurdun? Kime savrulurdun?

Sanırım A.Q. olurdum. IQ eksikliği yaşayan bireylerin cümle başında ve sonunda gerek özne gerekse yüklem olarak kullandıkları bi öge olabilirdim. Keza kullananlardan iğrenen bi yapım olsa da onların ağzına peleseng olurum. Kime mi savrulurdum tabiki bunu kullananların kendi kolonilerini kurdukları arkadaş gruplarında birbirileri arasında savrulurdum. Bir de en çok kullanılan küfürler arasında her aldığından herkes beni kullanmış olurdu ohh miss :)

6) Esir olsan neyin veya kimin esiri olurdun/olmak isterdin?

Esir mi yok kalsın ben almıyayım cınım tişikkirlir demek istiyorum ben bu soruya. Tamam sevdiğim adama bağlı olmak isterim ama esir denilir mi buna bilmiyorum. Sevdiğin birisine esir olacaksan sevgiden çok başka duygunun açlığını hissediyor olmalısın iyi düşünmek gerek. Sevdiğim adama esir olma düşüncesi abes gelirken başka bi esirliği bünyeme yakıştıramam zaten.

7) Bir suç olsan nasıl bir suç olurdun?

Suçsuz, barış içinde bir dünya dilerken suç olma arzusu da nedir karşiiim :)
(poliyannalıkta level atladım bu cevapla)

8) Topraktaki güç olsan o güçte ne yetiştirilirdi?

Elektiriklerini bırakan insanların enerjilerini bir araya getirip gününü göstermek istediğim insanlar var onlara aşırı bi yükleme yapabilecek bir şey isterdim. Diğer seçenek, bünyemdeki enerjileri toplayıp dünyanın sonunu getirecek bir şey yetiştirmek ya da üretmek isterdim. Geberin pislikler [counter'ın yan etkileri :)]


9) Sayılmadığında ne hissedersin?

Sayılmamak mı!! Aklımda türlü madilik düşünmekten bir şey hissetmeye vaktim olmaz sadece damarlarımdaki kanın hızlı akış hissi olabilir.

10) Bir oyun oynasan ne oynardın?

Anaamm yakantop ya da ortadasıçan oynamak istiyorum beeeen. Şimdiki esnekliğimi sahalarda gösterdiğim bir oyundu zamanında. orta derece gelen toplardan eğilerek kaçmak yerine artıştık havada bacak açmalarım vardı benim peeehh . Bir de saklambaç olabilir. Çünkü çocukken kıstırdığım ve yarım kalmış tacizlerim var hem şimdi hepsi büyümüş ve serpilmişken ne güzel olurdu ımmmm :))


Şimdi paslamaya geldik dimiiiğğ... Ben bunu yazana kadar zaten bu mim tüm bloggerlar arasında folloş olmuştu ama ben yine de bunu okurken yan sekmesinde Romeo'su açık olan tüm okuyanlara paslamak istiyorum. Alın cevaplayın anacım.


21 Mar 2013

HASTAYIZ



Aşık olmaktan değil, terk edilme duygusundan yaşamı doyasıya yaşamaktan korktuğun için her zaman yalnız ve yorgunsun. Yani sürekli kendini avutup yalnız kalarak sen kazandın. Peki ya seni kaybedenler? Neden bir kez olsun şansını denemez ve neden bir kez olsun bakmak ve görmek arasındaki farkı çok geç anlar insanlar?

Görüyorum ki bizler küçük bir kar tanesinin içinde yaşıyoruz. Kristalize olmuş bu kar tanesinin içinde herkes bir yana koşturuyor. Herkesin amaçları, gidilmek istenen yolları çok farklı ve belki de bu yüzden bizler gökten inen kar taneleri gibi birbirimizle hiç temasa geçmeden o kadar yolu tek başımıza alabiliyoruz. Bu gerçekten bir mucize. Aynı amaç için yaşıyoruz, ama bu gerçeği kabul etmeden hep farklı yerlere dağılıp, birbirimizi görmezden geliyoruz. Peki, ama biz kimden ve neden kaçıyoruz?


Hayatta her şeyi erteleyip o kadar koşuşturmamıza rağmen sürekli bir yerlere geç kalıyoruz.
 
Gidip görülmesi gereken yerlere,
Tadılması gereken yemeklere,
Çekilmesi gereken fotoğraflara,
Tutulması gereken sözlere,
Yaşanması gereken aşk ve ayrılıklara,

kırılmaması gereken hayallere, nedenini bilmeden sürekli geç kalıyoruz. Dilimizden düşmeyen, “pişmanım, keşke zamanı geri alabilsem, aslında böyle olsaydı ben de yapardım” sözleriyle kendimizi her zaman yaptığımız gibi en saf ve salak hâlimizle kandırıyoruz.

Hepimiz çok hastayız, fakat ilginç olan aynı zamanda hepimiz doktoruz da. İşte bu yüzden kendimize deva bulamıyoruz. Çünkü biz deva aramıyor, yaşam denen hastalığı tanımlamaya çalışıyoruz. Biraz olsun arkadaşlığı, yoldaşlığı, kardeşliği, barışı, sevgiyi, telaşı, aşkı içine alan hayatın tadını çıkarıp eğlenmek yerine, kabuğumuza çekilip olmayan yaralarımızı sarmaya çalışıyoruz.

 
Hayat, biriktirilmesi gereken bozuk para değildir. Eğer hayatı bozuk para gibi parça parça içinizde biriktirerek ve geleceğe saklayarak kendi dipsiz kuyunuza atarsanız! Hiç kusura bakmayın o hayat bir gün gelir sizi bozar! Düzeninizi alt-üst eder. Geçmişte yaşamanız gereken duyguların, tecrübelerin intikamını sizden çok kötü alır ve bir saniye olsun size acımaz. Sonra bezgin bezgin hayatın gözlerinin içine bakıp, "hayat beni neden yoruyorsun" diye saçmalarsın!

 
Hayat yaşamasını bilen,
Paylaşmayı bilen,
Dürüst olup çok çalışmayı bilen,
Adam olup sevmeyi bilen hiçbir insanı yarı yolda bırakmaz ve yormaz.
Aslında hayatı anlamsızca yorumlayıp, düşman gözlerle bakıp onu fazlasıyla yoran bizleriz.

Yorgunluğun gözlerinden belli, şimdi gel ve biraz dinlen hayat. Peki siz şimdi biliyor musunuz hangimiz daha yorgun?

12 Mar 2013

Gitmeni Beklemek



Gitmeni bekliyordum; infilakımı usulca.
Terli ve aç bir hayvan gibi acıdan beslenmeyi...
Gitmeni, terk etmeni.
Beni simsiyah bir et parçasında ihtiyar bir larva gibi bırakmanı
Ve bırakmanı ikinci el bir pedin üzerinde koyu kırmızı bir kan pıhtısı gibi
Bekliyordum gitmeni
Amorf bir kum tanesine gömülmeyi…
Sarı ve apseli bir hastalık gibi;
Tiz bir çocuk korkusu gibi;
Bir ortaçağ fahişesi gibi çarmıha gerilmeyi!
Yokluğunun çıplaklığında intiharıma demlenirken inancımı yitirmeyi
İçimdeki tanrıya can çekiştirmeyi…
Gitmeni bekliyordum.
Geleceğin günü fısıldamadan takvimlere.
Yüzünü de toplayıp düşlerimden
Ve çekilip tüm yaşam hücrelerimden,
Beni yorgun bir klozetin dibinde,
Kimsesiz bir ceset gibi, bir penis kılı gibi bırakmanı!
Benzemeden hiç kimseye; hiçbir vedaya, hiçbir ayrılığa;
Hiçbir “Hoşça kal”a benzemeden…
Gitmeni bekliyordum.
Bu şehre görünmeden, değmeden.
Ben apaçık ölümü övmeden;
Bekliyordum gitmeni, terk etmeni…

Not: Lanet "adsız" virüsümden dolayı katlolan güzelim yazımı kurtarmak adına tekrardan yayınlamak istedim. En sevdiklerimden olan bu şiirimin adsız tarafından çin işkencesiyle tecavüz eder gibi her gün belli aralıklarla yorum bırakmasından dolayı çözümü bu yolda buldum yazıyı kurtarmak adına.


10 Mar 2013

Rüyaymış



 
İyi uykular dünya, bu gece erken yatıyorum. Yorgun bedenimi aklımdaki sorularla yatağa seriyorum. Hayat çizelgeme bir çentik atan herkesi düşünmeye başladım başka bir işim yokmuş gibi. Artık çizgileri silinmeye başlamış olsa da o çizgiler orda kalacak, birer hatıra olarak iyisinden ya da kötüsünden. Acaba ne haldeler, ne yapıyorlar. Acaba onları incitmiş midir hayatlarından gidişim? Bazen neden bu soruları sorduğumu kendime tekrardan soruyorum.

Düşünürken odamın içinde gecelemeye başladım, sonra kendi kendime konuşmaya, sonunda kendime dönüp “Sen de hiçbir şey söylemiyorsun!” diye bağırdım. Ancak o zaman fark ettim artık bedenimde olmadığımı. Kendi bedenime bakıyordum, yatakta huzurlu bir şekilde uyuyordu. Sorgulamak yerine şansımı değerlendirmeye karar verdim. Hemen evden çıktım.

Ruhani bir haldeyken kim yürümek ister ki, nasıl olsa uçuyorsun. Ama ben yürüyordum. Başka düşünceler vardı bu defa aklımda. Bunu gerçekten istiyor muydum? Sonuçta hayatımın bir döneminden geldiler ve geçtiler. Artık onları görmek bana ne kazandırabilirdi ki? Ağır adımlarla havada gezelemeye başladım. “O halde ne yapacağım?” diye soruyordum kendi kendime. Sonra aklıma “O” geldi. Neden olmasın dedim. Ama bu defa uçacaktım, yıldız tozundan da hızlı. Çünkü şuan bile aklıma geldiğinde uçabildiğimden. Hem ruhani hem aklımda o varken yerçekimi hiçten fazlası değil benim için.

Evimden kilometrelerce uzağa uçtum. Yüksek dağları, hatta karları aştım. Sislerin içine daldım. Uçmak… Çok eğlenceliydi. Sonun da geldim bu şehre, deniz kokan, yaşlı şehre. Nerde oturuyordu ki, hiç bir fikrim yoktu. Aramaya başladım, oradan oraya uçarak. Bir işe yaramayacaktı, biliyordum. Yaptığımın ne kadar ahmakça olduğunu ancak o zaman anladım. Onu da görmek istemezdim ki şu anda, nasılsa göreceğim, acelem ne? Peki, o halde, neden bu gece bedenimi terk etmiştim, bir anlamı olmalıydı bunun.

Üst düzey gizli dosyalara ulaşmak? Ölmüş bir akrabamı ziyaret etmek? Aklıma hiçbir şey gelmiyordu ya da o kadar zeki değildim sadece saçmalıyordum. Sahil şeridinde oturmuş, ayaklarımı sallıyordum. Yanıma biri oturdu, dönüp baktığımda onun da bir ruh olduğunu gördüm. Şaşkınlıktan aptala dönüp tek kelime edemedim. “Ne yani, bunu sadece sana ait bir güzellik mi olduğunu düşünmüştün?” dedi yaşlı amca. Hayır aslında konu bu değildi, başka bir ruhla karşılaşmayı beklemiyordum. Sonra topladım kendimi, “Hayır, sadece dertlerime gömülmüş durumdaydım. Birinin beni fark edeceğini düşünmemiştim.” dedim. Yaşlı adam bana uzun uzun baktı. “Sorguluyorsun, ilk defa mı geldi başına?” dedi. Evet anlamında başımı salladım. Gözlerini uzaklara dikti ve bir süre sonra yüzü gülümsedi. “İlk seferimi hatırlıyorum da, onu hiçbir şeye değişmezdim. İlkler önemlidir, bunu unutma evlat. Bir düşün bakalım, her gün nerde olmak istiyorsun ama olamıyorsun?” dedi. İşte bir anda her şey açıklığa kavuşmuştu. Yaşlı adama teşekkür edip hemen yola çıktım, yine uzun bir yolculuk olacaktı.

Ne kadar garip, her şeyi düşündüm, herkesi. Ama kendimi düşünmemiştim. Gerçekten nerde olmak isteyeceğimi. Bunu düşündüğüm anda sanki bütün dünya bana yolu gösteriyordu. Hiç bilmediğim yollardan hızlıca geçiyordum. Yolları bilmesem de, gideceğim yeri hiç ama hiç bilmesem de, nereye gideceğimi biliyordum. Sonuçta her şey mübahtı o an benim için. Yolları aştım, sokakları, caddeleri ve işte buradaydım. Olmak istediğim yerde. Hep yanında olmayı, destek olmayı istediğim kişinin yanında. Yalnız başına ağlarken, kimse yokken yanında ben de yanında olamamıştım. Yanına oturup onu izlemeye başladım. Güneş doğmak üzereydi. Vaktimin olmadığını biliyordum. Bu yüzden son olarak kulağına eğilip “Korkma, artık yanındayım.” dedim. Yanağına bir öpücük kondurdum ve sonra, dışarı çıktım.

Uçmaya başladım yine, sonra birden durdum. Artık uçmuyordum, düşüyordum. Çırpındım, bağırdım, ama yine de düşüyordum. Sonunda yere çarptım ve yataktan düştüm. Neler olduğunu anlamaya çalıştım, etrafıma baktım ve gülümsedim. Sadece bir rüyaymış…
Belki de bu yüzden düştüğümüz rüyalarımızın başını değil de sadece son, düşüş kısmını hatırlıyoruz.

8 Mar 2013

yazmadan önceki hüzün yazdıktan sonraki rahatlama oluyor bi an


 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Yazmak istemiyorum, hiç mi hiç
Ne zaman ki şiir yazmak gelse içimden;
Ufukta hüzün görünüyordur,  hüzün
Ya bir dostu ya da sevgiliyi kaybetme korkusunun
Zakkum kadar acı hüznü
Okyanuslar kadar derin ve dipsiz
Nefesimi kesen, benliğimi sarsan
Bebekleri hücrem, kirpikleri kelepçem olan
Gözlerine
Şiir yazmak için bakmadım.
Nergizin, papatyanın, kardelenin kokusunda
Yakamozların, mehtapların parıltısında,
En masum öpücüklerin tadında
Yaşamayı düşlediğim
Dostluk için baktım gözlerine.
Ellerim titriyor yazmak istemiyorum
Saçlarımdaki gibi beyaz
Karlar yağdırma düşlerime.
Yitirmenin, unutulmanın
Girdaplarında boğma beni
Dalgaların hışırtısı gibi huzurlu
Çağlayanlar gibi coşkun
Yüreğimin, taa derinlerine işleyen
Sesinle fısılda kulağıma
Tutsak duygularımı
Maviye
Sararmış özlemlerimi
Yeşile
Kararmış ümitlerimi
Beyaza boya
Kelebek kanadı kadar narin
Menekşe yaprağı kadar zarif ellerini
Uzat bana,
Tut ellerimi,
Prangala duygularımı,
Sürgün et hüzünlerimi,
Kır kalemimi
Her şeye razıyım dostum
Yeter ki
Yazdırma bana

2 Mar 2013

Anlatacaklarım Var



Var diyeceklerim dinlersin, bilirim.
Ama ya diyemezsem, ya diyemiyorsam.
Ya o etten duvarları nasıl aşarım bilmiyorsam.
Ya yoksa cesaretim. Ben de yoksam.
Ya ben bir rüyaysam bu hayatta.
Nasıl görünsem sana bilmiyorsam.

 
Var diyeceklerim dinlersin, bilirim.
Ama ya çıkmazsa sesim. Öyle lal olur kalırsam.
Ya giderse yüklemlerim öznelerim hele...
Yarım kalırsa söylediğim tüm şarkılar
Ya hiç olmamışlarsa hiç duymamışsam...


Var diyeceklerim, dinlersin, bilirim.
Ama ya yaşayamazsam o ana kadar
Ya tam topladım derken cephanemi
Hazırım savaşmaya yenmeye duvarları derken tam
Ya karar vermişken sana görünmeye
Bir gece sabaha karşı diyeceklerim varken
Ve sen dinleyecek iken beni
Ya yaşayamazsam o ana kadar ya ölürsem..
Ya ben aslında bir ölüysem.
Ya hiç var olmamışsam.

 
Var diyeceklerim, dinlersin, bilirim.
Gelirim bir gece sabaha karşı
Her şeyimi toplar da gelirim.
Tüm duvarlarımı yıkar da gelirim.
Yaşasam da yaşayamasam da gelirim.
Ölü ya da diri fark etmez.
Anlatacaklarım var benim.
Ve dinlersin bilirim.


Blogger Witget