18 Şub 2013

Benim Boş, Sorularım Boş, Cevaplar Boş






 

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
"Merhaba yine ben ve bu sefer ellerim boş geldim ve biliyor musun sana anlatacaklarım var. Üstüne  giydirilmiş o tanrıça elbisesi hangi ütopyanın mamulüdür bilmem ama  şunu bilmelisin ki senin tanrıça olduğun yerde ben bir ateistim."
Çünkü blog bu sefer sanırım sana net bir şey söyleyemeyeceğim. Kendini karalanmış gibi hissedeceksin. Belki de yazdıklarımı silesin gelecek üstünden ama işe yaramayacak boşuna çabalama. Senden duyabileceğim tek ses var o da çabalarken çıkardığın tırnak seslerin. Boşa olduğunun farkına varmalısın artık. Kaçacak yerin yok parmak(lık)larımdasın.
***
Okyanuslar aştım da geldim aşkın ütopik yurduna; susuz, uykusuz ve yorgun… Gecelerce gördüğüm rüyayı yaşamaya gelmiştim, seni yaşamaya… Çekindim söylemekten sevdiğimi, kimi ya da neyi?
Seni mi?
Senden karanlığın zalim ruhu da çıktı, aydınlığın aldatıcı ışığı da; vazgeçmeyi düşünmedim. Çürüdü bedenim zamanla ama içim büyüdü, duygum, aklım… Şarkılarla avunup adımlarla bitirdim yolumu. Eski bir fotoğrafta aradım yüzünü sonra, bulamadım ama hiçbirinde. Baktım yazdıklarıma, orada da yoktun; belki de hiç olmamıştın… Sordum sokakta gördüğüm, tanımadığım insanlara seni, ama tanımadı onlar da. Deli dediler bana, haha düşün hem de bana, belki de onlar deliydi evet evet bence onlar deliydi, özlemi bilmemişlerdi hayatları boyunca. Yoruldum, oturdum eski ahşap bir banka kordon boyunda, kulağıma gelen şarkılarda aradım bu sefer ama yine yoktun, yine yoktun… Akşam oldu, güneşin batışına baktım sordum seni, cevap bile vermedi bana kör olası. Ne oldu da bulamadım ben seni? Yoksa, yoksa sen olmamış mıydın hiç? Yoksa, sen kalbimde de mi olmamıştın? Söylesene; sen ölmemiş miydin doğarken?
***
Hem izleyici hem oyuncuymuşum, nasıl bi'iş buyahu? Bir ses var içimde, diyor ki bana: “Hayat bu…” Hem oyuncusu hem izleyicisi olduğun tek tiyatro… Sahne o kadar sonsuz ve o kadar büyük ki gözümü alamıyorum. Afallıyorum… Şimdi kocaman bir soru işaretiyim. Cevabımı arıyorum bu hayat kelimesine sıkıştırılmış hava boşluğunda. Bana sûni tecavüz eden cevaplarıma inatla. Oysaki ne cevaplar tükenmiş bilmiyor benliğim ya da safa yatıyor ben bile kestiremiyorum artık.. İşte yine bilmezlerdeyim. Bilmezlerde uyuyorum, uyanıyorum. Aysız geceler, güneşsiz sabahlar var dünyamda. Bir gölgeyim ben, karardıkça kararıyorum. Taktım maskemi oyunumu oynuyorum…












Yok  yok böyle olmayacak ben boşuna bağırıyorum. Sesimi duymuyor kimse. O zaman oturayım oturduğum yerde! Oturdum. Ve insanoğlunun hem en iyi hem de en kötü özelliğini yerine getirdim. Alıştım! İnsanoğlunun içinde bulunduğu her duruma (iyi ya da kötü hiç fark etmez) ayak uydurup, alıştığını bir kere de ben görmüş oldum. Hem de bizzat kendi bünyemde. Ve kaçamadığım tecavüzden zevk almaya başladım… Geç kalktım, uzun uzun kahvaltı yaptım, sabah programlarını izledim. Kek, kurabiye ve benzeri tüketim maddeleri üzerinde ihtisas yaptım. O asla izlemem dediğim, izleyeni eleştirdiğim yerli dizileri takip ettim, hatta haftaya yayınlanacak bölümünü merakla bekledim. Annemin arkadaşlarıyla oturup kanka ayağıyla sohbet ettim. Hatta bana kız ayarlama girişimlerine bile alışmadım değil. Uzun uzun boş vakit geçirdim… Dedim ya ben artık zevk almaya başladım(!)
 
***
Bu içimin sıkıldığı, canımın hiç bir şey yapmak istemediği dönemlerde istediğim tek şey bir fincan kahve, puzzle ve müzik. Bu üçlünün içinde tek puzzle değişebiliyor arada, diğerlerine dokunanın eline haklı cevabını bildiririm zaten.
Yalnızlık insana mantıklı ve doğru düşünmeyi sağlar. Sağlıklı kararlar almasında yardımcı olur. Yalnızlık insanları sinirli ve kızgın olduğu dönemlerde sakinleştirir hata yapmasını engeller. Mantıklı düşünen, sakin davranabilen ve doğru kararlar alabilen insanlar ise olgun insan olarak nitelendirilebilir.
bu çocuk gibi durmayacak zamana
 gömülen kaykırıştı benimkisi



15 Şub 2013

 
 
 
 
Yanaklarını uzatan kumsalı öpüyor dalgalarım ve kumsalın oynak bedenine, bana ulaşman için ayak izlerimi bırakıyorum. Beni duyuyor musun? Seni görmediğim her gün için, kayalıkları kırbaçlıyor dalgalarım. Acısını işitiyor olmalısın hayatın. Hayatın acı dolu hatıralarının tek sebebi benim. Her şey aslında sadece senin için.

 

Seni görmediğim her gün için güneşi gömüyorum karanlığın çıplak bedenine. Seni bana göstermediği her gün için bir çığlık salıyorum yeryüzün, toprak irkilip tüm haşeratını üstüme salıyor. Bazen kuş cıvıltılarında bazen içten miyavlamalarda duyarsın sana olan özlemimi. Kimi zaman da renklerde ararsın sıcaklığımı. Kumsalda yürümeye devam ediyorum. Sana olan özlemimi gördükçe saygıda kusur etmiyor martılar. Beni duyuyor musun? Bir tek yaprağı kalmadığı halde, ağaçların dallarına yaprak resmeden ressam benim. Gözlerini gezdirdiğinde belki görürsün o eşsiz renk cümbüşlerinin arasında beni.  -Gökkuşağının her rengi biraz bizdik-  Ama şimdi neredesin bilmiyorum... Günleri saymaktan yorulduğum için sadece sana yazılmış satırları mırıldanıyorum. Beni duyuyor musun? Az önce önünden geçti hafif esintim, saçlarını dağıttım. -En sevdiğimiz oyundu anımsarsan - İçine çektiğin her papatya kokusuna sakladım kokumu.

 

Kayalıkları kırbaçlamaya devam ediyorum. İnsanlar dalgaların gücüne hayran bense kırbaç darbelerime dayanan kayalıkların güçlü bedenine. Nerede olduğunu bana söylememek için direniyorlar. Her ilkbaharda sana kendimi anlatmaya çalıştım renk cümbüşlerimle. Her nazlı yağmurun arkasında sana olan duygularımın yoğunlaşması var. Beni duyuyor musun? Sakın şemsiyeni açma ben ağladığımda. Bırak saçlarını sırılsıklam edeyim. Bırak yanaklarından aşağı süzülürken tenine dokunmanın hazzını yaşayayım. Biraz üşürsün yağdığımda ama yine de benim için sabret olur mu? Avuçlarını aç ve sevgimin temizliğini ve berraklığını gör. Bana baktığında kendini bulacaksın zaten. Şimdi kapat gözlerini. Beni duyuyor musun? Hem seninleyim hem de bir o kadar da uzak. Bir an elindeki seni yansıtan şeffaf damlayken bir anda toprağın derinliklerine karışan başka dünyaların minerali oluveriyorum. Nerede olduğunu söylemek istemiyor bana hayat. Bu yüzden hep acımı yaşıyor yeni doğan her gün. Şimdi sahilin yanaklarını öpen dalgalar da benim. Kayalıkları hırçınca döven de. Şimdi çık gel ve kumsalın oynak bedenine birlikte bırakalım ayak izlerimizi.
Beni duyuyor musun?
 

6 Şub 2013

Fark'ın Fark'ı





Bugün yeni bir gün olacak umuduyla kaldırdı yorganı üzerinden…
Her sabah böyle kalkmazdı, hatta bazı sabahlar hiç kalkmazdı. “Bu sabah farklı olacak” dedi. Niye böyle dediğini bilmiyordu, tıpkı “ne olurdu da farklı olurdu?” bunu bilmediği gibi. Böyle inanmıştı, “bugün” dedi, “farklı olacak”!

Ve kendisi de kalktı, yatağına baktığında, derleyip toplaması gerektiği düşüncesi onu tekrar yatağa yatırabilirdi, uyku ve rüya kokan o yorgana dokunmamalıydı. O yüzden öylece bıraktı yatağı. Geceliğini çıkardı ve dün giydiklerini tekrar geçirdi üzerine. Aynasına baktı, şöyle süzdü kendisini baştan aşağı. Üzerindekileri çıkarması gerektiğini düşündü bir an için ama üşendi ve yeltenmedi bile. Gün içinde bu kıyafetin onu rahatsız edeceğini ve -keşke bunları giymeseydim- pişmanlığını yaşayacağını bilmesine rağmen yine de çıkarmadı üstündekileri. Umarım bu bugün duyacağım tek pişmanlık olur dedi. Yataktan kalkarkenki günün güzel geçmesi dileği bu kez yerini başka pişmanlıklar yaşamama hayaline bıraktı…

Severdi hayal etmeyi, fakat inanmazdı “hayal edersen bir gün mutlaka gerçekleşir” tezine. Daha gerçekçi biriydi veya öyle sanıyordu kendisini. Hiçbir zaman kendisinden tam manasıyla emin olamamıştı. Diyememişti bir kez bile, ben şöyleyim ben buyum, ben bunu severim, şuna sinirlenirim. hiç sahip olamamıştı bunlara, bir adı vardı üzerinde, insanlar o isme hitap ediyorlardı ona ulaşmak için. Fakat o kendisiyle baş başa kaldığında bunun yeterli olmadığını görüyor, bir şeyler yapmak gerektiğine inanıyordu, ruhuna inmek için. Başkalarının derinine inmek, orda onlara huzur üflemek daha kolaydı onun için. Kendi söküğünü dikemeyen terzi misali bir türlü inemiyordu derinine. Oradaki kendisine bir türlü ulaşamamıştı. Bunun sıkıntısı yaşıyordu genelde…
Bazen de tanımsız olmak onu memnun ediyor, -nasılsın? diye sorduklarında “bazen iyiyim, bazen de kötü” cevabını veriyordu. Çevresindekiler onun bu halinin normal olmadığını biliyordu ama herkesin de onun kadar yardımsever olmasını beklemiyordu. Zaten kimseden de onun ruhuna inmesini isteyemezdi. Mecbur değildi hiç kimse buna. Hiç kimse onun bile girip çözemediği ruhuna inip, orada boğulmak zorunda değildi. Çözebiliyorsa kendi çözmeli, tanıyabiliyorsa kendi tanımalıydı bendini. Denemişti birçok kez, fakat yorulmak istemediği için çok da emek vermemişti bu mücadeleye.

Gününün farklı geçeceği ümidini hala taşıyor, bu ümit ile hareket ediyordu yürürken. Kapıları art arda açtı ve çıktı evden. Kapıyı kapattığında fark etti, alması gerektiğini anahtarları. Pişman oldu, geç kaldığı için ve adeta yıkıldı, daha evden çıkarken bambaşka bir pişmanlık yaşıyordu o an. Böyle olmamalıydı, daha yeni hareket etmeye başlamıştı bugün. İlk dakikada böyle bir pişmanlık yaşamamalıydı. Tüm heyecanını kaybetti, dişlerini sıktı, çok ağır küfürler etti, nedenli, ama kime olduğu tam belli olmayan küfürlerdi bunlar. Tekrar döndüğünde kapıyı açacak bir anahtarı yoktu artık. Bu onu çok kızdırdı. Tahmin ettiği gibi olmamış, bugün farklı geçmemişti, aslında farklı geçmişti, farklı başlamıştı fakat bu farklılık beklediği farklılık değildi. İşte o zaman bir şey daha üflemişti hayat ona. Farklı demek güzel demek değildi her zaman. O kadar umutluydu ki; kaydı ellerinden, gitti.

Merdivenlere oturdu kaldı bir süre öylece. Sonra ağlamaya başladı. Yaşadıklarına ağlamıyordu, hayat ona üflediğinde hep duygulanır, ağlardı o.Tanımlayamadığı kendisi, ağlaması bitince merdivene uzandı. Yatakta yatar gibi yaptı ve ayaklarını karnına kıvırdı, Sol elini başının altına koydu. Bugün evden çıkmayacağım dedi. Orada uyuya kaldı. Farkında değildi, gününün çok farklı geçtiğinden.

Daha önce kaç kez apartmanın merdiveninde uyumuştu ki?

DipNot: Biz ne kadar anlatmak için çaba göstersek de asıl olup bitenleri anlatması gereken o soğuk merdivenlerde rüyalar görenlerdir.

2 Şub 2013

Sorularım Geldi...



 

Sevdiğimiz eşyayı, dostları ya da sevgiliyi. Sonunda yürekte kalan hep ayni duygu, hüzün...
Çünkü yitirilene alışmışızdır, sevmişizdir, bizimle olan beraberliği keyiflendirmiştir. Çünkü o beraberliğe değer vermişizdir. Ya o güzelliği yasarken; paylaşımı, keyfi, sevmeyi ve sevilmeyi birlikte hissederken... Hep korkmaz mıyız? İçimizi en güzel anlarda bile hep sarmaz mı ya biterse ya yok olursa bu güzellik? endişesi.

Tabii ki bitecek. Yaşadığımız mutluluklar, hüzünler hep bitmedi mi? Hep yerine başka başka hüzünlere, mutluluklara bırakmadı mı?

Yine ayni korkular, ayni endişeler...

Peki, sahip olduğumuz güzellik için yitirme korkusuyla ağlamak niye, kime, ne için biliyor musunuz?
Dökülen gözyaşları sadece kendimiz için. O değere sahipken de, yitirdiğimizde de. Çünkü bizi asil korkutan yalnızlık…
İçimizde hissettiğimiz o güzel duyguları uzunca bir süre tekrar yaşayamamak. Özlemek, özlenmek, sevmek, sevilmek, sımsıkıca sarılmak, o bedenin canini, kanını hissetmek, sevişmek… Hangisi kolay vazgeçilir hazlar ki?  Biten aşklarda da, biten ömürde de yanaklarımıza dökülen gözyaşları hep kendimiz için.  Çünkü merkez hep biziz, doymak bilmeyen egomuz ve o egoyu doyurabilmek, hoşnut kılabilmek için ne kadar çok çırpınır dururuz. Bizim sevdiklerimiz bizi muhakkak sevmeli, özlediklerimiz özlemeli, doğrularımız her zaman tek doğrudur.
Ya yanımızda ki insan? Onun egosu, arzuları, özlemleri veya usandıkları...

Ne kadar o sevdiğimiz insana karşı fedakârız? Vermeden neyi ne kadar alabiliriz ki?

Bizler; hep ilişkilerimizde hesap kitap içinde değil miyiz? Her zaman bir denge müptelalığı.. Verdiğimiz kadar alalım, aldığımız kadar verelim hesapları yapar dururuz. Sonuç bilindik yalnızlık. Peki bu kadar yalnızlıktan korkuyor, yaşanılan güzellikleri, paylaşımı bir daha yasayamamak endişesiyle kaybedeceğimiz  değere ağlıyorsak niye bu kadar ince hesaplar diye sorarlar adama.

O değer bize mutluluk yerine hüzün, kargaşa yaşatıyorsa zaten vazgeçmeliyiz.

Yok, eğer yaşamın sıkıntılarından biraz da olsa bizi alıp mutluluk veriyorsa o zaman gözyaşı yerine biraz daha akılcı olmak daha doğru değil mi? Sıkıca, hiç bitmeyecekmiş gibi o güzelliği, huzuru sonuna kadar yasamak varken ne diye korku duygusunu devreye sokarsın Bilirsiniz anılarımızda öylesine anlamlı, mutlu anlar vardır ki, kimi zaman onca geçen yıllara değerdir. Tabii ki bu değerler karşılık bulduğunda daha da değer kazanacaktır. Eh iste o zaman bize biraz daha is düşüyor demektir. Daha çok özen... Çünkü yaşam içinde, ayni frekansı yakalamak o kadar zor ki... Sevgiyi, özlemi birlikte yaşamak doyumsuz bir hazdır. Artık o sevdiğin insan kendin olmuşsundur. Korursun, tıpkı kendini koruduğun gibi üzmekten, incitmekten korkarsın. Artık hesap, kitap yapılamaz. Daha çok vermek vermek istersin. Çünkü ego vererek de doyumu öğrenmiştir. Çünkü gönlünü ayna tutmuşsundur o sevgiliye. Çünkü yitirme korkusu aşkı ölümsüz kılar. Çünkü ayrılmanın da bir vahşi tadı var. Öyle vahşi bir tat ki dayanılır gibi değil

"Çünkü ayrılık da sevdaya dahil."

 
Blogger Witget