30 Kas 2012

Yağmur






Yağmur çiseliyor.
Yağmur.
Ürkek.
Durgun...
Ardım sıra gelen gölgem
Bomboş ve karanlık yol boyu.
Ben sadece bir çift kundura sesiyim.
Dünya üzerinde bir çok değere sahibim belki ama.
O sokak için ben sadece, yağmur altında bir çift ayak sesiyim.
Islak dudaklar...
Islak saçlar...
Sırılsıklam belki ortalık.
Gece sırılsıklam olmuş bugün.
Gözlerimde yağmur çiseliyor inceden.
Yağmur.
Ürkek.
Sessiz.
Tenha.
Yalnız.
Ve yağmur çiseliyor
Durmaksızın.
Dört bucak yürüyesim geliyor biraz daha faza sigara ihtimaliyle.
Bir ihtimale komşu olarak
DEvamlı
Durmaksızın
Köhne aşkların gölgesinde yürümek.
Gökyüzüne selam vermek
Ya da yıldızlara.
Evrenin göz kırpışını yakalamak için.
Yağmura göz kırpman gerekiyor.
Ve sonra bulutların perdelediğini görüyorsun.. İnce bir sis perdesi.
Derinlikle aranda
Ve yağmurum...
Aramızda bulutlardan çok daha fazlası var.
Ve yağmurum
Sana yağmurum dediğim günden itibaren
Bana sonbahar hiç gelmeyecek.
Sen yağmursan benim nazarımda
Ziyaretin hep yaz yağmurları kadar sürecek.
Bilakis aptal ıslatanından.
Islanan tek kişi olarak
Selam söyleyeceğim sana.. Islak ıslak...
Yollar yalnız.
Kaldırımlar.
Yokuşlar.
Yalnız hepsi.
Hepsi ıslak.
Hepsi soğuk.
Hepsi ufalanmış bir yerlerden.
Üç beş toprak kaymakta sağdan soldan, dağ yamacından aşağıya.
Bir sigara filizlenmekte dudağımın sağ alt köşesinden bu yana.
Usul usul yaklaşan bir kor alev bana doğru.
Ciğerimin ta dibine işleyen sıcak soluk.
Dudaklarımdan geçen o tül perdesi.
Dilimin üzerinde gezen dumanın ince hazzı.
Bir saniyelik geri ödeme gibi üfürüşler.
Soluk alışlar.
Verişler.
Hızlanmalar.
Yağmur ağırdan alıyor bu kez.
Eşlik eder gibi sanki.
Gölgemle tanıştırıyorum onu.
İkisi de takip ediyor beni.
Ve yağmurum
Bitti sanırım.
Sabah olmak üzere.
Veyahut olmuştur belki çoktan.
Güneş çıkınca yok olur yağmurlar.
Güneş gelince gelen yağmurlar, zaten iktidarsız.
Geriye bir tek soru kalıyor sanki.
Yağmurum!
Söyle ki gidişini mecbur bırakacak güneş kim?
Veyahut; yaz yağmuruydun da sıcaktan mı şikayetlendik?

20 Kas 2012

Babe Bean



Bugün günlerden 20 Kasım Dünya Transgender Günü olduğundan mütevellit okuduğum trans deneyimlerin anlatıldığı kitaptan örnekler paylaşmak için bu yazıyı kaleme almak istedim.


Öncelikle bilinen ilk trans erkek deneyimini paylaşmak isterim. Bu deneyime her ne kadar trans desek de bir ameliyat söz konusu değildir, aklınızda öyle bir olay canlanıyorsa ondan kurtulun ve anlatacaklarıma odaklanın. Gerçi ameliyat şart mı değil mi orası da ayrı bir konu ki trans deneyim kitabına bu örneği aldıklarına göre öyle bir zorunluluğun olmadığını gösterir. Çünkü sözlüklerde de geçtiği gibi trans kendinden geçme, içinde bulunduğu ortamdan sıyrılma, kısacası ruhla ilgili anlamları varken neden dışsal bir şeyler beklenilsin ki. O yüzden bu ilk trans erkek deneyiminde de öyle bir zorunluluktan sıyrılma vardır.

Bu ilk deneyimin ismi Jack Bee Garland' dır. Nam-ı diğer Babe Bean. Bu kahramanımız cinsiyet, sınıf ve coğrafya sınırlarını aşan, pek çok cephede öncü biriydi. 1869'da San Fransisco'da doğmuştur. Babası üst rütbeli bir subaydır.Ailesinin zoruyla rahibe okuluna gider, ama akrabasıyla evlenip o okuldan kurtulur. Evliliğini de hemen bitirir.Okuldan ayrıldığında erkek kıyafetleri giymeye başlar ve bir çok yerde değişik işler yapmıştır.California'da erkek kılığına giridği için tutuklanır. Bu durumdan dilsiz olduğunu söyleyerek gerçek adını bir kağıda Babe Bean olarak yazar. Sonrasında erkek kıyafeti giyme özgürlüğünden yararlanmak isteyen bir kadın örgütünün direnişleri sonucunda serbest bırakılır.Ailesinden uzakta tekne-evde yaşamaya başlar ve bir yandan da The Stockton Evening Mail'de gazete muhabiri olarak işe alınır. Bu pozisyon sayesinde cinsiyeti daha fazla merak konusu olmaya başlamıştır. Basın "gizemli kız-oğlan, erkek-kadın" gibi yaftalar arayışına sokmuştur kendisini.(çok gerekliymiş gibisine)Amerika-İspanya savaşlarının olduğu dönemlerde Filipinlere gider.Oradayken biyolojik olarak kadın olduğunu gizleyemez her ne kadar erkek takma isimlerini kullansa da. Ama bir şekilde orada yeni işler bulur tercümanlık filan yaparak geçimini sağlar.Askerlik hizmeti hakkında ise net bir bilgi bulunmamakta. Garland'a genelde butch lezbiyen gözüyle bakılmaktaydı, ama Garlan'ın görünürde kadınlara karşı romantik bir ilgisi olmamıştır. Erkeklerle arkadaşlık etmeyi tercih etmiştir, hatta bazı görüşlerinde ileri giderek kadınların oy kullanma hakkına karşı çıkmıştır. Filipinlerden tekrar San Fransisco'ya geri döner. Yine erkek kıyafeti giymeye devam eder1906 Depreminde Kızıl Haç'a katılarak hemşirelik görevinde bulunmuştur. Bu zamanlarda erkek olarak görünmek için ayrı çaba göstermiştir. 30 yıl evsiz erkeklere hizmet eden bir kurumda çalışmıştır. Bu demek olmasın ki Garland'ın homoerotik bir ilişkisi olmuştur. Aksine kahramanımızın o tarz ilişkilerine dair bir delil yoktur. 1936'da ülserden vefat ettiğinde biyolojik kimliği otopsi ile açıklanır. Ölümünün ardından her erkek sayıan bir kadın hem de bir trans-erkek olarak değerlendirilmiştir.

1970'lerin sonlarında The San Fransisco G&L Project onun hakkındaki bir slayt gösterisinde kendini kadın olarak tanımlayan ve erkeklerin erişebildiği fırsatlara sahip olabilmek adına kılık değiştiren butch kadınlar geleneğine sokmuştur. Ama 1990 yılında çıkan From Female to Male(FTM) adlı kitapta Garland'ın trans erkek ayrıca muhtemelen gey olduğunu iddia edilmiştir.
Onun bir erkek gibi yaşamak istemesinin sebepleri yalnızca topluun kadınlardan beklediği giyinme şeklinden duyduğu hoşnutsuzluktan daha karmaşıktır!
Bu hikayede kimliklerin zaman içerisinde anlaşılmasının nasıl değişimler gösterdiğini görürüz.Bugünkü bakışımızla Garland'ın kendini nasıl tanımlayacağını kestirmek imkansızdır... Gerekli mi diye sorarsanız cevabım belli.

Dipnot: Yazının başında  örnekler paylaşacağım diye giriş yapmıştım, fakat gördüm ki tek örnek verirken bile ayrıntıları atlayamamamdan ötürü uzatıverdim. Bu durumu görünce de diğer ilgimi çeken örnek veya örnekleri diğer postlarımda sizinle paylaşmayı düşünüyorum. O yüzden şimdilik bu örnek günün anlam ve önemine değinemk istedim.

Dipnot: Başta Türkiye'deki öldürülen, hakarete uğrayan, evleri mühürlenen, kış mevsiminde sokakta kıyafetlerini dahi almalarına izin verilmeden bırakılan (vs.) trans arkadaşlarımızın günlerini kutlarım ve nefret cinayeti kurbanlarını da bu yazı vasıtasıyla anmak isterim.


15 Kas 2012

Bu Beden ne Çarpışmalar Gördü...


müzik dinlerken sahip olduğumu sandığım beden

Bugün, tek amacı kulağındaki müziğin verdiği ahankle yürümek isteyen bu beden 3 defa trafik kazasına olay mahalindeyken denk geldi. ve bu ahenkle yürüyen bedenin sıradan bir bedenden farklı olduğu düşüncesine kaptırdı kendisini. Cazibe benim bedenimde müzik dinlerken ortaya çıkıyor sanırsam.

İlk rastgeldiğimi anlatacak olursam, arkadaşlarımla sabahki derse doğru giderken kampüs girişinden içeri girmeye çalışan bir motosikletli gencin koskaca kapıdan geçemeyip kapının direğine girmesi hafifi güldürücü ve düşündürücü bir durumdu. Tam o esnada çünkü ben de kapıdan geçiyordum ve onun geçmesi için yol vermiştim (aksi gerekirken) sanırım sabahları ayrı bir düşünceli, mülayim veya eblek olabiliyorum.Çocuk bu nezaketimi odunsal bir kabul edişle kapıdan geçerken bana kafasındaki kaskını sallayarak "teşekkür etti" ve o anda direğe girmesi bir oldu. Kapıdan geçen arkadaşlarım olayı görünce arkalarını döndüler ve çocukla manidar bakışmamıza tanık oldular. İlk tepkileri de saat dilimi ayırtetmeden kenafirliğini gerçekleştiriyorsun oldu. Tamam gözlerimin bu tarz marifetlerine çok defa şahit oldum, ama bu bedenin hiç mi katkısı yok bu olaylarda. Çünkü kapıdan geçmesini beklerken çarpılar direğin karşısındaki direğe dayanıp bekliyordum. Sabah uyuşukluğumla sanırım oto showroomlarındaki avrat moduna girmiş olabilirm direği görünce, hatırlamıyorum o anın şokuyla şuan. Neyse çocukla manidar (sen sus gözlerin konuşsun  modu) bakışmadan sonra kolay gelsin cınım deyip olay mahalinden etkileyici bedenimi uzaklaştırdım(yersen). Arkadaşlarıma arkadan yetiştikten sonra onların kenafirliğim, uğursuzluğum, şom ağızlılığım temalı bir kaç söylemini dinledim ve güne böyle bir olayla başlamanın şokuyla derse girdik. Aklımda çocuk o direğe nasıl çarpmayı becerebilir sorusuyla tabiki derste not tutamadım. Çıkışta tutan arkadaştan fotokopi istemeyi de eksik etmedim çalışkan olma isteğini içinde barındıran bir öğrenci olarak.




Kampüste geçirdiğim zaman zarfında yavaşla başka konuların araya girmesiyle, fotokopi koşturmasıyla ve abimle son dakika planlanan bir buluşmayla aklımdaki o malum sorudan uzaklaştım. Ta ki buluşmanın bitip eve dönüş yolunda iki tane daha kazaya şahit olana kadar. Şimdi de bu bedenin diğer verdiği hasarlara gelicek olursak.


İkinci vakamda aslında pek bana yer yoktu.  Trafik kurallarını pek bilmem lise geçmişimde tek kötü dersim trafikti diyebilirm. Bir türlü ezberleyemedim levhaları, ki ezberi kuvvetli bir öğrenciydim. Tek bildiğim erkek figürünün kullanıldığı yaya ve okul geçidi tabelalarıdır. Yani trafikte sadece karşıdan karşıya geçme hakkında fikre sahibim net olarak. İlgi alanı ya da algıda seçicilik ne derseniz artık kabulüm...Ama az çok hafızamda kalan bilgilerimle ikinci şahit olduğum kazada suçlu taraf yan koltuğunda çirkin kara kuru bir kız olan haşin Türk trafik delikanlısındaydı. Çünkü ara yolda olmasına rağmen caddeden geçen üstü uzun çubuklar yüklü kamyonete yol vermedi ve şoför kapısına geçirdi. Burada benim etkim ne diye soracak olursanız. Çarpmanın etkisiyle ani fren yapan kamyonetin üstündeki o 4 5 metrelik paketli çubuklar frenin etkisiyle kamyonetin önüne boylu boyunca uzanarak ahenkli düşüşünü ayaklarımın ucunda tamamladı. Bana doğru gelen uzun çubuklardan ürkmeyle geri doğru narin bir ceylan gibi sekmem bir oldu. Yeri gelmişken ani gelişen durumlarda reflekslerimin zamanlaması beni pek çok durumdan kurtarmıştır. Neyse ki kavga çıkıcağını umduğum bu kazada laf dalaşı ve kedi misali kabaran suçunu kabul etmeyen erkek bedenleri görülmedi. bunda o çırpı bacaklı ve kesinlikle dırdır yaparak dalyan gibi delikanlı şoförcüğümün dikkatini dağıtıp kazaya sebebiyet veren kadın ırkının bet suratlı nişanesinin olay yerinde dolanmasındandır. Ahh ahh ben olsaydım o karı bozuntusunun yerinde böyle kaza yapardı o gay olmamın yegane sebebi olan şoförcüğüm... Onun için tabelaları, tüm kuralları hatta sağımı solumu öğrenip kokpit pilotluğu bile yapardım ona. ama nerde tahtaya am çakıp satılan kadın misali o kara kuruyu yanına alırsan olacağı budur diye uzun bir içsel söylenmeden sonra daha fazla kaptırıp kendimi ah bir şey oldu mu caanım diye şoförcüğümün yanına koşmadan naçizane bedenimi olay mahalinden uzaklaştırdım.



Bu ikinci olaydaki kazanın, ani frenle ayak ucuma secde eden uzun çubukların ve yakışıklı dalyan şoförümün etkisinden kurtulamadan evime iki adım kala son kazama tanık oldum. Bu seferki nasıl gerçekleşti hemen kısaca ona odaklayayım sizi isterseniz. Çünkü uzatacak bir konu yok bu vakada sebebi dalyan diyebileceğim şoför profilinde kimse yok. Bu sefer minik çapta trafik canavarı olanların cinsiyetleri kadındı. Peki bunda benim payım ne olabilir az düşünün bi. Şaka şaka hemen anlatıyore. Kulağımdaki gay tınılarıyla sek sek sekerek çaydan geçerek edasıyla iki partlı olan evime gideceğim bir caddedeyken tek partı geçip diğerine geldiğimde kadın şoförü olan bir cip geliyordu ne hızlı ne de yavaş diyebileceğim bir yaklaşmayla. Sanırım bu hıza kadın şoför hızı diyebiliriz. Kulağımdaki tıptısla yerimde bekleyemeyip karşıya geçmeye yeltendim minik adımlarımla, ama sonrasında bu yaklaşmadan emin olamayıp geri çekildim. Böyle bir arabanın şoförü erkek olsaydı bu bana çarpabilir deyip hiç geri çekilme eğilimi göstermeden yola atabilirdim kendimi. Hatta arkasına bakmadan gaza basacağı ihtimaline karşın kucaklayıp beni hastaneye götürme ümidiyle içimi doldurup ayakla değil bacaktan girerdim yola. Lakin hayat her zaman istediğimizi vermiyor işte bize... Bu git-gelden kafası karışan dişi ırkın en kararsız ferdi de ne halt yiyeceğini bilemedi. Cem Yılmaz'ın da dediği gibi altındaki arabaya hakkını vermeyen gereksiz bir dur-kalk yaparak yolun boşalıp çıkış sırasının kendisine geleceğini sanan bisikletli ergenimizin kendisine bodoslama dalışına neden oldu. Bugünkü şahit olduğum kazaların verdiği tecrübeyle en absürdü olan bu kazaya mimiklerim tepkisiz kalamadı ve sert çıkışlı kahkahayla karşılık verdim o " ne oldu ayol " diye bakışlara. Sonradan bu veridğim tepkinin pek etik bir davranış olmadığını düşünerekten ağzımı kapatıp sessiz gülüşüme devam ettim ve apartmanımın kapısına geldim. Böylelikle kazalar açısından bol olan günü evime girerek sonlandırmış oldum.


Bu yazıyı yazarken farkettim de benim gibi meraklı bir kişilik nasıl oldu da bu şahit olduğu kazaların sonrasında ne olacak diye saatlerce ayakta kıpırdamadan ve göz kırpmadan meraklı kalabalığı oynamadı. Şaşırdım kendime şu an. Sanırım hepsinde bedenimdeki suçluluk duygusunun verdiği atik ve sinsi uzaklaşmayla olay mahalinden ardıma bakmadan gidişimden dolayıdır diye düşünüyorum. Bir dipnot olarak da bunu belirtmek istedim.
biliyorum temayla alakasız ama tatlı son olsun diye eklemek istedim :)

14 Kas 2012

Sahipsiz Seranad



Şu sıralar tanınan metal, rock ve alternatif grupların albümlerinde yer etmiş slov parçalarına takılmış durumdayım.

Özellikle Pentagram'ın şu şarkısına fena sarmış vaziyetteyim okula giderken muhakkak 2 kere dinlerim. Öyle güzel derin sözleri var ki. Onun sözlerine gelmeden size azcık diğer grupların slov parçalarını paylaşmak isterim. Dev bir albüm serisine sahip olan yakın zamanda İzmir'e konsere de gelen Scorpions'dan başlarsak. Benim sevdiğim yegane şarkıları bence bu şarkıdır. Geceleri dinleyip uyuduğum zamanlarım olmadı değil. Eşliğinde yazılar yazdığım loş sabahlamalarım olmuştur. Daha bir sürü şarkısını sayabilirm, ama bıkmadan dinlediğim diye düşündüğümde bu şarkının yeri ayrıdır bende. Scorpions etkisinden çıkarsak sırayı ergenliğimin tavan yaptığı zamanlardaki kulak misafirim olan Metallica'ya getirmek istiyorum. bu sözü bitirebileceğimden emin değilim ama başladık artık deyip müziklere geçmek istiyorum. Metallica'yı ilk bu şarkıdan dinleyen arkadaşlarım grubu klasik yabancı slov şarkılar yapanlar diye ötelemişti. Halbuki bilse bu o grubun şöhretli slov şarkılarından. Ve ben bu şarkıyı saygı duruşu gibi kıpırdamadan  her sözü ve tınısını sindirircesine dinlerim. Bu şarkının etkisinden sıyrıldığım zamanlarda şu ve şu şarkı da dinlettirirler kendilerini defalarca. Aslında Metallica'nın tüm şarkılarını albümlerini dinleyebilmişliğim, böyle bir zevkim de vardır hani. Severim kendilerini ilerleyen yaşına rağmen solisti James'teki karizma filan dinlettirir kendisini bana. Dinlediğim diğer kült slov parçasına geçmek gerekirse ismini anacağım grup Guns N'Roses olur. Severek dinlediğim eski gruplardandır. Şarkısını ise buradan dinleyebilirsiniz. Iron Maiden'den slov inci olarak şu şarkıyı severek dinlemekteyim şu aralar. Bir zamanlar Girlfrend diye eğlenceli klibi olan Avril Lavigne'yi de dinlemişliğim vardır. Bu şarkıcının da güzel dinlenilesi Alice Harikalar Diyarında soundtracki vardır. Artı olarak baba slovu olan şu şarkıya ve klibine bittiğimi söylemeden geçemem. Baba demişken hazır aklıma gelen esas babayı takdim etmek isterim. Pink Floyd. Bu grup harbi ilahtır. Benim için ilah şarkısı ise acıklı bir anısı olan bu şarkıdır.Babalara giriş yapmışken Led Zeplin ve Aerosmith'ten bahsetmeden geçemezdim elbette. Led Zeplin klasiği olan şu şarkıyı duymayan var mıdır bilmiyorum, en azından tınısı bir yerden tanıdık gelir diye düşünüyorum. Aerosmith'in şu şarkısı da tanıdık tınılardandır. Diğer bir baba da R.E.M'dir.Onu tanımamızı sağlayan ve ilahlaştıran şarkı olarak düşündüğüm şu şarkısı da sağlam slovlardandır. Alternatif bir grup olan Paramore'un da güzel bir slovunu dinlerim arada. Alacakaranlık serisinin ilk filminin soundtrackliğini yapmış bu şarkı grubun dinlenilmesi gereken bir parçasıdır diye düşünüyorum.
Lise sonda farkına vardığım ve hala playlistimden eksik etmediğim kült slovlarımdan bu şarkı da biricik Gwen Stefani'nin grubu No Doubt'tan başkasının değildir elbette. bir de sadece klibini ve şarkısını sevdiğim hakkında bilgim olmayan Hoobastank grubu var. Tanımam etmem ama şu şarkısını severek dinlerim şahsen. Evanescence'yi unutup bu sonlara kadar sarkıttığıma inanamıyorum. halbuki taptığım iki tane benim için dev gibi şarkıları yer etmiştir benim hayatımda. biri benim için de ölümsüz olan ve sevgilimin deyimiyle karanlığı içinde barındıran bu şarkısıdır. The Cranberries ve The Eagles'in eskilerden günümüze kadar hala sağlam duracak şekilde gelen muhteşem slov şarkıları da kişiyi uzaklaştırmayı hala becerebilmektedir. Muhteşem şarkısına eşlik ettiği muhteşem klibiyle Cranberries'in bu şarkısı hala canlılığını korur benim için. Dünya çapında kült olan Eagles şu şarkısını bilmiyen duymayan yoktur herhalde. Bu listede çok dinlemesem de Coldplay de olsun istedim. nadir dinlediğim şarkısı benim için sadece bu şarkıdan ibarettir. Yine böyle sadece tek şarkısını severek dinlediğim. hatta ilk önce coverını sonra orijinaline ulaştığım bir şarkıdır kendisi. Radiohead'in bu şarkısı bildiğim tek şarkısıdır ayrıca. Ama Walk of the Earth coverını daha çok severim ne yalan söyliyeyim. Ah acı sivri biberlerim benim Red Hot Chili Peppers'ımın bu şarkısı olmadan bu post tamam olmazdı.

Aslında azcuk da Türk şarkıcıları zikretmeyi planlıyordum bu yazımda ama susmak bilmedi yabancı dinleyen tarafım. baktım  ki fazla uzun olmuş ben de başka bir postta görüşmek dileğiyle ve sizi başta da söylediğim Pentagram'ın o nadide sözleriyle baş başa bırakmak istiyorum.
 
 
 


Sanırsın,dağlarda yol olmaz
Usanırsın,kalbinde güç kalmaz
Uzanırsın,oooof yarın olmaz
Zor günlerin,ardında huzur olmaz ki
Her zaman,umutlar yön bulmaz
Yarın olsa da,beklenen gün olmaz
Sözlerim gerçektir
Yüreğim kardeştir,her zaman
Umudum sonsuzdur
Uğraşım bitmez hiçbir zaman
Geliyor geçiyor hayat
Dönüyor durmuyor dünya
Geliyor geçiyor zaman
Dönüyor durmuyor dünya
Sanırsın,yalnızlık tek dostun
Aldanırsın kaçmakla bitmiyor
Hiçbir zaman, oof yalnızlığın
Sözlerim gerçektir
Yüreğim kardeştir,her zaman
Umudum sonsuzdur
Uğraşım bitmez hiçbir zaman
Geliyor geçiyor hayat
Dönüyor durmuyor dünya
Geliyor geçiyor zaman
Dönüyor durmuyor dünya

Bu dağınık, ama üstünde uğraşılıp düşünülmüş, cümleler arasındaki kopukluklara rağmen buraya kadar sabırla okuyabilen gözlerinize ve özellikle ilginize teşkkür ederim.

Müzik evrenseldir...

Dipnot: Bu post fonda temayı oluşturan şarkı çalarken yazılmıştır. o yüzden gruplar arasındaki geçişler pek orantılı ve sağlam bir cümle yapısıyla olmamıştır. affola...

12 Kas 2012

Kimdik?





gecenin karanlığında köşe başında
avuçlarındaydı başı
eğmişti önüne
kimbilir kaç damla saçmıştı yerlere
o bile sayamamıştır
yüreği kaç parçaydı kimbilir
neydi onu o hale getiren
kimdi gökkuşağından renklerini çalan
bir hikaye bir öykü yoksa bir roman mı acıları
anlatsa biter mi, diner mi ?
hangimiz böyle olmadık ki
hangimiz taşımadık hayatın katran karası izlerini
bırakın renklerimizin çalınmasını
söylesenize hangimiz her gece zifiri karanlığımızda boğulmadık?!
bir romandı hepimizin elindeki
almış başını giden
okumak için hangi köşeleri seçtik kendimize                         
kimimiz içimizdeki kalabalıklarda boğulurken
kaçımız kalabalıklarda aradık kendimizi
ya da akıttığımız gözyaşlarımız yağmurdan daha mı az ıslattı
bu çivisi çıkmış dünyayı.
gülmek için taktığımız mutluluk askılarıydı                 
yanaklarımızı acıtan
gamze dedikleri şeyde onun izleri miydi?
özet geçilir mi hayat
ya da kısaca anlatayım denebilir mi ?
hani herkes mutlu ya kahkahalar atıyor ortalığa;
unutmayın
çok gülen insanlar çok acı çekmiş insanlardır...

9 Kas 2012

Battal Beden Gece


Tam mıncırlamlık değil mi yaa

Geçen akşam minimal gecelerimin aksine battal bir buluşmaya katılıp kendimde farklılık yaratmak istedim. Abimden aldığım duyumla İzmir'deki ayısözlük* yazarları ilk olan bir zirve gerçekleştirceklermiş.


Bunu duyan masum ve minimal ben, "mmm sözlük hee nerde bakim şu sözlük link ver" der ve hemen işine koyulur. Malum ilk adım için 10 entryi giridkten sonra admin tarafından sıcak bir "hoşgeldin" mesajıyla ayı olmadan bir ayı sözlükte yazar oluvermiş buldum kendimi. İlkin verdiği hevesle bir şeyler karaladım başlıkların altına. Tabi zirveye katılacağımı belli eden bir başlığa da yazdım. (kaçar mıı ) Yazar olduktan sonra abiciiğime de bu mutlu haberi verip hani nerde buluşma gitmiyor muyuz diye parlak kafasını şişirmeyle girdim akşamüstüne. Haberleşip planlar yapıldı ayaküstü klozete işerken. Köprünün altında azcuk bekletilmeyle başladım buluşmaya. Sonra ardından aç karnımızı doyurduk bi güzel uzun süredir görüşememenin verdiği gullüm birikimiyle. (toplasan 4 5 gün) ben hemen kalkıp gidelim dedim yemeğimi hazmetmeden hareket edince göbişli minnak bir ayı gibi görünebilyorum da. bearların arasında sırıtmamak için bu kozu kullanmak istedim. Ama tebi yine çirkeflikle oturduk keyif sigarısını bekledik lanet şeyin. benim göbüş de o arada içine kaçtı tebi.


Yemekler yenilip keyif sigarasına eşlik edildikten sonra kalkıp oturulan mekanı bulmaya geldi alsancakta. İlk önce sokağı şaşırıp, o ince uzun hol gibi olan mekanlar arasında zihnimde "hayat bir podyum*" sloganıyla endamımızı gösterdik abimle kol kola. Sokağın bitimiyle yanlış yerlerde dolandığımızı anlayıp seksi bir u dönüşüyle yan sokağa girdik ve uzakta ağır bir masa var. Ahanda bulduk bu ayılar bizim ayılardır diyerek mekana assolistvari sondan girişimizi yaptık.


Masaya yaklaştığımızda abimle şaşkınlığımız tavan yapmıştı, çünkü abimin uzatmalı pembe dizi tadında eski sevgilisi de o sözlükte yazarmış da haberimiz yokmuş hem de buluşmaya gelicekmişmiş de bizim heeç haberimiz yokmuş.Abimle göz göze ilk bakışmamız çok manidardı bu manzara karşısında. bu şoku da atlattıktan sonra minnak cüssemle masada oturacak sığışacak bir köşe bulamadım. Tebi o arada gelen kucak davetlerini namuslu bir gey olarak reddettim. Sonra çirkef bir şekilde sesimi çırtlatarak "garsooonn beeeyy" deyince yanımda biten masanın konseptine uygun ayu bir garson gelince bu akşamın hiç bitmeyeceğini zihnimde tekrar etmeye başlamıştım.



İlk selamlaşmalar biraz zorlayıcı oldu malum göbüşlerden uzanamayan ayucuklara ben bu boyumla uzanmaya çalışınca iyi dansın verdiği esnekliği akşamın başında kullandım. Bizdn önce koyulaşan muhabbete tuvalete giderken dona sıçrayan bok gibi daldık. Nicknameler ile asıl isimler karşılaştırılıp asl'ler alındıktan sonra buluşma masasına girşimiz yapıldı.



Azcık oturduğumuz mekandan bahsedeyim. Alsancakta bilindik pub tarzı bir yerdi, ama diğerlerinden farkı içki fiyatları belli zaman dilimlerine göre inip çıkıyordu. Gözlerim hemen bu iniş-çıkışı gösteren ekrana odaklandı ve bomontide kilitlendi. İndiği anda abime haşin bir dirsek darbesiyle malum garsonu davet etmesini rica ettim ve bomontilerimizi alıp muhabbete katık ettik.
Muhabbet umduğumdan ince başladı. Kişileri süzdüm öncelikle. Portfolyosu geniş bir masaydı. Dövmeci bir abi vardı(amcayla abi arasında gidip geldim) küpelerine bayıldım, her yanından metal sarkıyordu ve dövmelerinin görünen kısımlarını inceledim. Masada yavru bi tane bear vardı. Onunla önceden rastlaşmıştık zaten bir workshopta. Benim gibi kendisi de dansla ilgilenir ve minik bir yerde eğitmenlik bile yapar. Azcık onunla danstan konuştuk, masada gırgır gırla gidiyordu. Bi yandan abime koca bulucaz diye kritik de yapıyoruz. -Size söylemişmiydim bilmiyorum ama geniş zamanlarda işlerimi rahat rahat yapmaktansa kısıtlı zamanda hepsini bir arada yapabilmeyi daha çok severim ben.- Neyse sohbet muhabbet güzel bir kıvamdayken, arada abimin ex sevgilisinin orospulukları muhabbete kramplar soksa da güldürüyordu belaltıyla bizi.



Buluşma mekanın dışındaydı normalde, tabi ben minikliğimin verdiği acıma duygusunu kullanıp. İçeri geçsek olmamı? ben üşüdüm de hem içerdeki müzikle dans da ederik gibi masum pembiş yalanlarla ayarttım tüm ağır topları ve yerlerinden kaldırıp içeride bir masaya geçtik. Mekanın içi bomboş tebi haftaiçi gidersen ne beklersin. Ben mecbur kaldım bu masaya yani. Yapçak bir şey yok zevk almaya bakacaksın ikilem diyip işime koyuldum.Masaya hakim olacak bir tepe nokta bulup oraya narin bir sıçrayışla kondum. Boy avantajı yakaladım. Bu arada oturduğum yerde raftı yani. Alakasız bir yerden muhabbetlere eşlik ederken. Güzel naif espirilerle şenlenen gecede espirilerin yayarak kadınca dile getirilmesi beni bi irite etti. Asla bu tarz muhabbetlere karşı tarafım yoktur ama benim gibi minimal varlıklardan görmeye alışık olduğum bir durum olduğu için bu ayucuklardan abilerden amcalardan görünce bi yadırgamadım desem yalan olur. Ama bir o kadar da çabuk kabullendim hatta şen kahkaham boş mekanı inletmedi değil. O cüsselerin ardında yumuşak bir bedenin ruhu vardı aslında hepsinde. ve bunları onların muhabbetlerine eşlik ederek görmek bana yeni bir tecrübe ve mutluluk kattı. Her ne kadar görüntüye bakarak önyargılı yaklaşmamak için kaçınsam da çevreme karşı. Toplumda bu tarz yargılarla büyümenin verdiği alışılmışlığı kıramadığım konuların olduğunu gördüm kendimde.



Bu bol deneyimli, kahkahalı zirvenin ardından alsancağa indiğimde uğrayacak bir dövmeci dükkanım oldu. Başka bir mağazaya gittiğimde yardım isteyebileceğim özel bir tanıdğım oldu. Verimli bir geceydi her açıdan yani.Buluşma sonlandıktan sonra herkes bir bir döküldü. O dev cüsseleri sarmalayarak vedalaşıp sonraki zirve için sözleştik ve ayrıldık.


Geceyi abiminle eve dönüş yolunda sonlandırdık. Evde 1 haftadır tek olan abimde kalmak için planlamıştık bu geceyi. Buluşmadan sonra ona geçtik ve gecenin kritiğini yaptık. Blog buluşmalarındaki gibi "en"leri seçtik kendi aramızda sonra acaba hangisine toplu mesaj görünümlü gecenin güzelliği hakkında fikirlerimizi barındıran bir mesaj atsak diye düşündük ve o şanslı kişiyi seçtikten sonra mesajımızı yolladık. Ardından mis gibi köpüklü kahveyle bearların etkisinden ayrılan zihinle sevgilimle günü özetleyici konuşmamı yapıp doğru yatış moduna geçtik ve karşılıklı iyi dileklerle sızdık bir güzel...


THE END


I* : http://www.ayisozluk.com/index.php güzel eğlenceli bir sözlük. Ki yeni oluşumda olduğu için tüm yazmak isteyenleri hemen bünyesine alabiliyor.


II* : http://www.vidivodo.com/video/hayat-bir-podyum-orkid-reklami/977855  bu reklamdaki gacılardan neyimiz eksik abimle bizim :)

7 Kas 2012

Bir "Şair Ceketli Çocuk" Doğdu Bugün



Bugün günlerden 7 Kasım.

Çoğumuz için sıradan bir gün elbette, ama bugün aslında 7 yıl önce geçirdiği amansız bir hastalık yüzünden aramızdan ayrılan Şait Ceketli Çocuğun ölüm yıl dönümü. Okuduğum herkes bu çocuktan bahsetmiş bugün. Ben de kişiliğini çalışmalarını ve özellikle şarkılarını sevdiğim bu adamı kronolojik olarak ele almak istedim. Şimdi size azcık bu müzisyen sonra Karadenizli ama hepsinden önce bir devrimciyi anlatmaya çalışacağım...



Kazım Koyuncu 1972 yılında Hopa'nın küçük bir köyünde doğdu ve gönüllere taht kurup hepimizin Şair Ceketli Çocuk'u oldu.


Çocukluğunu üstad diye tanıttığı Kemençeci Yaşar'ın yanında ondan türküler dinleyerek geçirdi. Yaşlılarla konuşmaya bayılan bu çocuk üstadından türküler babaannesinden masallar dinleyerek büyümüş. O zamanlardan belli etmişti kendini bu çocuk, boyuna bakmadan büyüklerle arkadaşlık etme hevesi vardı içinde. Öğretmeniyle arkadaşlık ederdi ilkokul çağlarında. Babasının öğretmenine sorduğu soruya öğretmeninin cevabı durumu gayet açık bir şekilde özetlemiştir. "Kazım çocuk değil adamdır" demiş hoca. Müziğe ilk adımını babasının aldığı mandolinle başlamıştır denilse de aslında tenekeden ve ağaçtan yaptığı enstrümanlarıyla babaannesiyle türkü atışması yaparlardı. Ama babasının aldığı mandolinle ve ondan habersiz mandolin kursuna yazılmasıyla sistematik olarak müzik hayatına atıldı denilebilir. Almanya'daki amcasının ona gitar getirmesiyle de müziğe olan ilgisi pekişmiştir.


Kazım Koyuncu şair olmayı çok isterdi. Gerçekleştiremedi ama hayranlarının ona taktığı isimle az da olsa içindeki ukdeyi dindirebilmiştir. Lise çağında etkilendiği iki tane Fransız şair vardı. Hep onlara özenip şiirler yazmak hevesi taşırdı içinde, ama müziğiyle hepimizin biraz da şair oldu.

Kazım büyüyüp İstanbul Üniversitesi'nde Kamu Yönetimi okumaya başlar. Başlangıçlarda üniversite hayatı sayesinden çok sevdiği müziğe daha da bağlanır, fakat okuduğu bölüm hakkında düşünceleriyle üniversiye hayatı çelişir ve bırakıp çok sevdiği tek tutkusu olan müziğe bağlanır. Bunu da şu sözleriyle dile getirir: 

 “ Çocukluğumdan beri müzikle ilgiliydim. Üniversite müzikle ilgilenmem için iyi bir bahaneydi. 'Politikacı ya da kaymakam mı olacağım, zaten yapmazlar!' deyip üniversiteyi son yılında bıraktım ve tamamen müzikle ilgilenmeye başladım. Başarısız olsaydım ki bir külkedisi hikayesi değil bu ve sebepleri de var, ahlayıp vahlanmayacaktım."
 
İlk müzik çalışmalarını Grup Dinmeyen adı altında yapmıştır. Solist olarak bu politik grupta ilk profesyonel müzik hayatına adımını atmıştır. Tek bir albüm çıkarttıktan sonra grup dağılmak zorunda kalmıştır. Hemen ardından asıl emeli olan rock tınılı Lazca sözlü şarkılar yapabileceği bir grup kurmaktı ve bunu da 1993 yılında gerçekleştirdi. Zuğaşi Berepe (Denizin Çocukları) adı altında. Bu grup dünyanın ilk ve tek Lazca müzik grubu olma ismini de taşımaktadır. Kazım bu grupla  Lazcanın unutulmasına, doğayı kirletenlere, Karadeniz otoyoluna karşı açıkça tavır koydu. Bu tavrıyla yakın zamanda üniversite gençleri tarafından listenin başlarına sürüklendi. Bunu da kendi süslü laflarıyla şöyle açıklamıştır :” Üniversitelilerin ilgisi herhalde müzikteki dinamizmden kaynaklıdır. Belki bende gördükleri kendilerine yakınlık. Normal, müzisyenliğim dışında yaşam biçimim. Hayattaki varoluşum. Herhalde öyle bir şey çekiyor. Onları da bana çeken bu.... Hayatı ileriye götüren şey hayallerimiz, hayallerimizi gerçekleştiren şeyler de cesaretlerimiz. Gençken insan cesur olabiliyor. Bu anlamda Üniversiteliler, Liseliler hatta çocuklar... Ben onların hayatlarını çok önemsiyorum. Çünkü hayat oradan yeni bir şekil alabilir." Zaman geçtikçe bu grup yöresel kimliğinden sıyrılıp Karadeniz'in hırçın dalgası gibi kendisini birden İstanbul kıyılarına atmışlardır. Bu grupla çıkardığı bir albümün kapağına babaannesinin fotoğrafını koyarak da müzik hayatındaki ilk temelleri atan, onunla yaptığı sohbetleri ve ısrarlı tüm sorularını cevaplandırmaya çalışan yaşlı kadını yad edip vefasını göstermiştir. Bu albümün bir özelliği de teşekkür yazısı. Yine süslü kelimelerini konuşturan şair ceketini yeni yeni giymeye başlayan bir Kazım var karşımızda.


"Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, arasıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilemesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar'a, ateş hırsızlarına, Ernesto "Çe" Guevara'ya, yollara yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara- herşeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya."
 


 Böyle hümanist bir görüşe sahip olan bir adamdı Kazım Koyuncu. Her kesimden insana ulaşıp kendilerine onlara kendi bildiği görüş ve dille anlatmak istiyordu sadece. Kazım dediğini yapan bir adamdı derlerdi grup arkadaşları ve bir gün gruptan ayrılacağını söyleyip solo devam etmeye karar vermişti bu hayatında. Tıpkı görüşleri ve yaptıkları gibi tek kalmıştı. Bu tek kalışın veridiği dinginlikle ilk solo albümü olan Viya! yı çıkardı. Bu albümü yapışındaki amacı da teşekkür yazısında dile getirmiştir. Bu albüm onun daha çok çevreci yönünü yansıtmaktadır. Albümde Samsun taraflarında yapılması planlanan sahil yolu projesine tepkisini göstermiştir. Bu proje ile yok olucak yaşamlara, hatıralara ve çocukluklara arka çıkıp haklı direnişini en iyi yaptığı yolla dile getirmiştir. Bu albümünü "sahil yoluna nazik bir tepki" olarak nitelemiştir. Bu sahilin doldurulup yol yapılmasıyla oradaki halkın bi' nevi tahtasız sörf şeklinde eğlenceleri olan viyayı artık yapamayacak duruma gelmesine tepki göstermiştir duyarlı Kazım. Kazım Koyuncu bu albümünde sadece sosyal mesajlar verme derdine düşmemiştir. Şarkılarının konularını genellikle aşk temleri üzerine kurgulamıştır. Ve benim de çok severek dinlediğim eserlerinden olan Didou Nana adlı şarkısı bu albümündedir.


Bu ilk çalışmasından sonra Kazım Koyuncu severek izlenilen Kana D dizisi Gülbeyaz'ın müziklerini de yapmıştır ve sonrasında bu müzikleri bir araya getirip bir albüm olaran yayınlamıştır. Dizi popilaritesinden çekinip bu albümünü diziden bir yıl sonra yapmıştır. Bu albümünde Şevval Sam ile bir düeti de bulunmaktadır. Bu düet halen dinlenen ve sevilen bir eser olarak günümüze kadar gelebilmiştir.


Sonra bir gün Ukraynadan gelen radyasyon yüklü bulutların Karadeniz'in çay tarlalarına yağışı başladı. Zamanla bu yağış insanların ciğerlerinde filizlenen kanser belasını doğurdu. Bu felakete Kazım Koyuncu ilgisiz kalmayarak forumlarda ve eylemlerde ön saflarda yerini aldı. Ama tüm bu girişimlerine, eylemlerine rağmen kendisini bu kanser belasından kurtaramadı ve bir gün kendisini hasta olarak buluverdi. Kanser onun için en büyük fobiydi ve artık o trajediyi kendisi yaşıyordu. Bu amansız hastalığına rağmen dinleyicilerinden kopamayan bir müzik adamıydı Kazım. ! buçuk saat şarkı söyledi hastalığına rağmen. Çünkü onun için kanser ile konser arasında tek bir harf farkı vardı...
Hastalığı onun içindeki müzik aşkını durdurmadığı gibi Trabzonspor aşkını da durdurmadı ve maçlarını stadda izleme keyfini kaçırmadı hiç. Ama bir gün tribünde naralar atan Kazım Koyuncu'nun sesi kesildi... 27 Haziran 2005... 33 yaşında...


Cenaze töreninde her dilden ağıtlar, yakarışlar vardı. Duygular Karadeniz'in çocuğuna denizi gibi coşkun ve hırçındı.

"Koyverdun Gittin Bizi"
 



* Kazım Koyuncu'nun konser görüntüleri, röportajlar vs. barındıran, yönetmenliğini Ümit Kınanç'ın yaptığı Şarkılarla Geçtim Aranızdan adlı belgeselini izlemenizi öneririm eğer bu adamı seviyor ve daha iyi tanımak istiyorsanız.


* buradan da sanatçı ile daha kronolojik bilgileri elde edebilirsiniz.


*Kazım Koyuncu'nun hastalık zamanında Umay Umaya'a veridği röportaja ve şarkılarının çevirilerine de buradan ulaşabilirsiniz.


Biraz da sevdiğim/iz şarkılarını paylaşayım...


 
 
 
 
 
 
 















 

5 Kas 2012

Her Yerdeyiz...



Başlığında dediği gibi, bu kanıyı şu son günlerde fena halde tastikledim diyebilirm sevgi pıtırcığı okurum benim.

Sıralamak gerekirse genel olarak:


Varan I:  Malumunuz dansa başlamıştım hatta bir yazımda ilk provamı da anlatmıştım.buradan bir tıkla ulaşabilirsiniz. Neyse işte dans topluluğumuzda önceden tanıdığım bir çocuk da var. ikinci provamızda su molasında yanıma gelip " eee enişteyle nasıl gidiyor" gibisinden muhabbete girdi. böyle susuzluğumuzu gideridiğimiz bir anda ayaküstü bir eşcinsel dedikodusu çevirdik. o kadar zıpladık diyafram açtık boşa gitmesin. Onunkilerden benimkinden filan derken mola biter ve tekrar çalışma başlar. bu klüpte o benden daha eski olduğu için kıdemliler arasından onu bilen bir kaç kişi varmış. artık beni de bilirler bir kaç provaya bakar :) Çok iyi geliyor ama kişinin o yoğun tempoda kendi gibi hisseden birisiyle paylaşımda bulunması. benim hiç huyum olmamasına rağmen eşcinsellerin dedikoduyu sevme içgüdüsünü taşıdığımdan arada yapmıyor değilim. (dese de inanmayın siz) Zaten sevdiğim iki öge bir aradayken yanına dedikodu ve eşcinsel hayatı da ekleyince provanın yenmesin keyfinden yani. Müzik, dans, dedikodu ve eşcinsellik daha ne olsun. Ben bu klübü beni istediği kadar yorsun bırakmam sanırım. Hee yeri gelmişken gösterimize de beklerim yanisi...


Varan II:  Ailem dediğim birkaç eşcinselden oluşan grubumla haftada bir gün mutlaka alsancakta buluşurduk ve düzenli olarak aynı kafeye giderdik. Ki artık bu monotonluktan gına gelen bizler en son buluşmamızda kararlaştırıp. biz niye kendimize eziyet ediyoruz. biz ki sosyalleşmeyi araç değil amaç edinen bir grubuz. Biz niye kendimize eziyet ediyoruz ayol dedik. (ayol'u ben şuan dedim) Ve demokratik bir oylamayla bir dahaki buluşmanın farklı bir mekan olma arzusunu taşıyarak son buluşmamızdan ayrıldık. İşte yine planlar yapıldı filan buluşalım diye, ama mekan belli değil. Buluşma da taraflar sonbahara özenirmiş gibi teker teker döküldüler ve abimle ben kaldık sadece bulşmak isteyen. eee onunla da oturup konuştuk. sonunda benim dediğim bir mekana gittik. Kalk bu akşam bornova yapalım dedik. ki bilen bilir cumartesi İzmir'de alsancağa gidilir. Biz ne zaman mersine gittik ki hep işlerimiz tersine bizim diyerekten bornovada buluştuk. Yeni açılan kahve diyarını deneyek dedik. koccaman bir mekan ferah ve çok romantik oluyor akşamları. her masada mum ışığı eşliğinde tatlını ve kahveni yudumluyorsun filan. sevgilimi saçlarından sürükleyip karşıma koyasım geldi o an. Kahve diyarı ama waffle, döner, kumru dünyası da içinde simit ve bir kaç dünya daha eklenilcekmiş. sonra içinde Vagon Cafe diye ufak bir vagonun içine 4 5 masalık bir yer ayırmışlar sıpagetti ve meyve suları için. Ve minimum elemanla çalışıyorlarmış, o yüzden sipariş vermek de biraz zorlandık. tecrübesizliğimizden köşe bir yere oturmuşuz sanırım. Peki ilk gidişimize rağmen ben bu kadar bilgiyi nasıl öğrendim işte asıl konu bu. Mekanın ortaklarından birisi abimin uzun sürediir konuştuğu yakın zamanda buluştuğu arkadaş olduğu bir eşcinsel bireymiş. O akşam masamıza geldi bizimle ilgilendi filan. İnsan bi özel hissediyor kendisini. Ya da bana özel sanırım bu duygu. daha önce hiç masama mekan sahibi oturmamıştı :)  Kahve diyarı gibi bir yere git mekan sahibi masana otursun ve onunla ayaküstü yine dedikodunu yap. Yakın zamanda samimi kız arkadaşlarımla da gittim. Onlar da merak etmişler mekanı. Aaa ben biliyorum götüreyim sizi rehberlik yaparım çok güzel dedim. Kaç kere gittin diye sorunca biiir dedim, şaşırdı garibanlar. Ama mekana gittiğimizde selam verip hoş geldin ikilemcim diyen bir şef görünce afalladı yavrularım. Durumu açıklayınca anladılar ne yazık ki. Durumu anlatınca tebi iki dakikalık havam da gitti.İşimizi görüp mekandan çıktığımızda hoşçakal dilekleriyle uğurlanmak da pek bir anlam katmadı egoma :)
Mekan sahibi bir tanıdık daha edindim yanisi bu hafta daha ne olsun...



Varan III:  En ilgincini ve dünya ne kadar küçük eşcinsel alemi daha da küçük dedirten gelişme yi sona sakladım. O kadar karmaşık, gayri meşru bir konu ki nerden başlayayım bilemedim. Neyse bir yerden gireyim ortalara toplarım diyorum ve başlıyorum.

Abim dediğim kişi bana bi gün mesaj çeker ve beni bilen bir arkadaşım sizin okuldan bir tanıdığı vamrış benimle tanıştıracakmış diye. Ben de aaa kimki öt çabuk dedim ve çocuğun anında asl bilgilerine eriştim. Facesine de baktıktan sonra. aa git koş buluş demem bir oldu. Çocuğun okuduğu  bölüm ve yaşıyla ilgili bilgileri alınca bende bir aydınlanma sezinledim tabi ben. Hemen bizim fakültede o bölümde okuyan ve Kahve diyarında rehberlik ettiğim sarışın alevime dedim ki sizin bölümde bu isimde bir çocuk var mı? o da evet ikilem gay dimi o çocuk diye o bana sordu. Ben de evet canım gay ve abimle beğenmişler birbirlerini buluşcaklar dedim. Kız sanki izafiyet tezinin sağlamasının doğruluğunu tespit etmiş kadar sevindi. Ki sarışın alevimle aynı fakülte ve koridordayızdır, doğal olarak çocukla da. Kahve Diyarı buluşmamızda da çocuk hakkında özel bilgileri ve izlenimleri aldım tebi kaçar mı. Yarın oslun abime özet bir mesaj çekerim.

Bir de bu yetmezmiş gibi. Bu çocuk bizim gruptan diğer bir arkadaşımın flörtünün kankası çıkmış. ki arkadaşım o ve kankası bi akşam beraber takılmışlar. Yani çocukla abim buluşcak ama o görene kadar grubun diğer üyeleri çocuk hakkında ondan daha fazla bilgilere sahip. Yavrum sadece fotosunu görüp buluşmaya gidiyor. (yerim ben onu) Şimdi farkettim de biz ne kadar kollektif çalışan bir grubuz  o.O  Düşündüm de biz mi fazla ortamız yoksa o çocuk mu fazla kişi tanıyor? yoksa sadece bir tesadüf mü? kader ağlarını parmak ucunda örmeye mi başladı?



Velhasıl kelam; bir şehirde belli bir süreden fazla kalınca o şehir küçük bir kasaba oluyor senin için. Ben bundan şikayetçi miyim peki?  -Tebiki hayır..İnsan paylaştıkça samimi olur. Bizim için asıl kimlik en zor paylaşılan bir şey olduğundan, yanındakinin, sana hizmet edenin, sınıf arkadaşının, dans eşinin bu yönünü bilmen paylaşımızı daha da kalitelendirmez mi? İnsan paylaştıkça çoğalmaz mı? Çoğaldıkça aslını bulmaz mı? Samimileşme mutluluk getirir mi?

Yeni tanışıklıklar güzeldir. Her yeni doğan gün yeni, samimi, paylaşımcı, sağlam(vs) arkadaşlıklar getirsin...



4 Kas 2012

Gitmeni Bekliyorum.

Gitmeni bekliyordum; infilakımı usulca.
Terli ve aç bir hayvan gibi acıdan beslenmeyi...


 

 
Gitmeni, terk etmeni.
Beni simsiyah bir et parçasında ihtiyar bir larva gibi bırakmanı
Ve bırakmanı ikinci el bir pedin üzerinde koyu kırmızı bir kan pıhtısı gibi
Bekliyordum gitmeni
Amorf bir kum tanesine gömülmeyi…
Sarı ve apseli bir hastalık gibi;
Tiz bir çocuk korkusu gibi;
Bir ortaçağ fahişesi gibi çarmıha gerilmeyi!
Yokluğunun çıplaklığında intiharıma demlenirken inancımı yitirmeyi
İçimdeki tanrıya can çekiştirmeyi…
Gitmeni bekliyordum.
Geleceğin günü fısıldamadan takvimlere.
Yüzünü de toplayıp düşlerimden
Ve çekilip tüm yaşam hücrelerimden,
Beni yorgun bir klozetin dibinde,
Kimsesiz bir ceset gibi, bir penis kılı gibi bırakmanı!
Benzemeden hiç kimseye; hiçbir vedaya, hiçbir ayrılığa;
Hiçbir “Hoşça kal”a benzemeden…
Gitmeni bekliyordum.
Bu şehre görünmeden, değmeden.
Ben apaçık ölümü övmeden;
Bekliyordum gitmeni, terk etmeni…



                                                                               

3 Kas 2012

Sevgilim, Ağacın (Aydınlık) Bir Ucunda


   Sevgili okurcuklarım şimdi size seneler öncesinde kalemle kağıdı yeni birlikte kullanmaya başlayan İkilemin ilk örneklerini sunacağım. minik kokulu defterimi geçenlerde odamı kurcalarken keşfettim yine. Aslında o defteri hocamız(örtmenimiz) günlük olarak kullanın demişti, fekat ben bilmişlik ya da üşengeçlik yaparak şiir yazmışım. ya da ona benzer düşünceler. Sanırım yan yana yazarak dolduramayacağımın farkına varıp alt alta yazmışım düşüncelerimi...


normalde hiç çilek sevmem
 


İşte size şimdi bu minik defter ve minik parmaklardan çıkan yazılarımı paylaşacağım. Geçmişte tutulan notların en güzel yanı zaman geçtikten sonra moralinizi düzeltme potansiyeline sahip olmalırıdır.Bu defter bu görevi hakkıyla yerine getirdiği için seneler geçse de hala benimledir ve daha da olacaktır.




Şimdi gelelim örneklere...



 SEVGİLİM


Sevgilim dedim                                           Sevgilim dedim                      Sevgin yanımda
defterime bir sevgi yazdım                          açılıverdim                             şimdi onunla gezip
bütün papatyalar                                          bütün sarmaşıklar                   tozuyorum.
yanıma geldi.                                               yanıma geldi.


AYDINLIK

Okudum mu aydınlığa açılıyor gözlerim
Daha da büyüyorum
Asma dalı gibi sereserpe
Saksıdaki sarmaşıklar da
Benimle birlikte gülüyor
Okudum mu yürüyorum
İçime doluyor aydınlık

okuma alışkanlığı yavaştan kazandığım zamanlarda yazılmış bir yazı herhalde. bana bak sen :) -


Ucunda Bir Ağacın


Beni göremezsin karanlıkta
Ben de seni

Ama
Karanlık görür bizi
Ucundayken bir ağacın.

 


- cinsel kimliğimi düşündüğüm zamanları düşünüyorum da bu zamanlarda sanırım erkeklere meylimi sorgulamadan yaşama girişimlerim oluyordu. Tabi içimden gelen bu dürtüyü yine içimden gelen gizlenmeyle yaşamayı tercih ediyordum. Ne kadar ilginç geliyor düşündükçe di mi? -







3 Boyutlu Mısralar




Hayat bazen deli ediyor...
Sadece bazen etse o da iyi. İnsan kavrulmalıyım çöllerde diyor. Gerçi İzmir’deysen fazla uzağa gitmene de gerek yok. Bir “çıkış” yazısı arıyoruz hayat çizgisinde. Ya da Veysel Şatıroğlu’nun dediği gibi gece-gündüz iki kapılı bir handa yürürken aradan sıvışabileceğimiz kestirme bir kapı bulmak için bakınıyoruz etrafa. Bazen de ölmemek için saklanıyoruz kendimizce devekuşu misali.
Ama şunu bilmiyoruz ki;

 
Aslında bazen karşımızda ya da dolmuşta, otobüste. Bazen ıslandığın yağmurun altında, istasyonda, vapurda hani olur ya bazen bir bakmışız da yanlış çevrilen bir numarada kimi ne zaman nerede tanırız bilmiyoruz… Öyle mi?

 

Bakmışsınız yazılan iki satır mısrada anlatmak güç olur bazen. Sıkışır duygular kelimeler arasında . Ne olursa olsun kalptir sezen bunu. Kalbimiz her zaman bir üç boyutlu arar, yazılan her satırda ve mısrada… Buna neden karşı koyamayız bilmiyorum. Yetinemediğimiz noktalarımızı törpüleyemiyoruz. Denesek de beceremiyoruz. İnsanoğlu maymundan daha maymun iştahlı kabul, fakat kardeşim doyma diye de bir olgu da var!

 

 

1 Kas 2012

Ne Esnemeydi...



Seneler öncesinden dans geçmişim olmuştu. profesyonel olarak belli bir alanda olmasam da profesyonel olarak dansa ilgi duyuyorum yani. Hatta uzun süre etmeyince çok kötü hissedip yolda müzik dinlerken ettiğimin farkına sonradan varıyorum.

Neyse canım okurum işte bu seneler sonrasında bedenimin iyice karta kaçtığının farkına varıp  üniversitenin imkanlarından faydalanmak adına bu sene Modern Dans ve Dans Tiyatrosu diye bir gruba üye oldum ve hatta yakın zamanda ilk provamızı da yapmış bulunduk. şimdi size azcuk oradaki izlenimlerimden bahsedeceğim. popik içeri, sırt dik ve oturma kemiklerimize oturalım...


Provaya tıka basa yemekten sonra katıldım. Günlük kıyafetlerimizden sıyrılmamız gerekiyordu provalarda, çünkü modern dansın rengi siyah'mış... O yüzden çantamdan kıyafetlerimi çıkartıp erkek soyunma odasına geçtim. Oda tabiki dolu, dolu dediğim zaten dansta topu topu 6 erkeğiz. İşte hepimiz ordayız. Bir girdim herkes siyahlarını giyiyor. kimisi sadece t-shirtünü giyebilmiş kimisi eşofmanını giyiyordu girdiğimde :) Azcuk oyalandım bakındım filan, sohbet muhabbet oldu tanışma faslının ilk ayağını soyunurken yaptık.


Salona girdiğimizde barlarda esneyen kıdemliler vardı. Çalışma saatini bekledik, geç gelicekler varmış diye. Çember kurup tanışmaya başladık. Soyunma odasında gördüklerimi bir de burada daha ayrıntılı tanıdım tabi. İki tane Fransız erasmus öğrencisi vardı. Sanırım balerinlerdi onları izlemek pek zevkli ve hırs vericiydi. Tanışma bittikten sonra ısınmalar başladı. Baştan yavaşça yere çök sonra ellerini arkaya ger gidebildiği yere kadar,yere yüzüstü uzanıp belinden kalkmaya çalış. En sevdiğim ise bacaklarını açıp yavaş yavaş ellerinle arkaya doğru gelip gerilmek. Çok pis doggy'yi andırıyor, tabi daha estetik hali. Bu ısınma hareketi sayamadığım akdar tekrarladıktan sonra koşturulduk. Kendimi kışlada hissettim resmen.


Gelelim grupça en zevk aldığımız yanına. Salonu çapraz kullanmaya başladık ve bir köşeden diğer köşeye hocaların gösterdiği hareketleri yaparak gittik. Kasarak bacak kaldırıp karşıya gitmesi bir de zıplayıp dizlerini karnına çekme de tebrik alıp alkışlanıldım yanisi.. Çok pis zıpladığımı ve ses çıkarmadığımı bu çalışmada anladım. Bacak açarak uzun atlama bi nevi atın engelden atladığı hareketi yaptığım hareketi fotoğrafamak isterdim, aynadan kendimi gördüğümde yılların baleti sandım.


Bu tarz hareketlerden sonra oyunlara geldi sıra. Güven oyunu başlığı altında bir kaç oyun oynatıldı az da onlardan bahsedeyim. İlki birbirini tanımayan iki kişi kol kola girip teki gözlerini kapatıp eşine kendisini bırakıyor, diğeri onu keyfince koşturuyor. İkincisi karşıda seni bekleyen birisine gözlerin kapalı son hızla koşuyorsun o da seni tutuyor en sonunda. ama karşındaki hafiften kendini çektiği için sen gittim gittim bitmedi bu yol diye tereddüt edip duruyorsun, sonum fukara sümüğü gibi duvara yapışmak olmasın diye. Ben yapamayanları görünce çok pis gaza gelip karşıda beni bekleyen cengavere öyle bir sarılmışım ki bileğim acımıştı siz düşünün. Son olarak da küçük bir grup çember oluşturup ortaya bir kişi alıyor. o kişi ayaklarını sabitleyip kendisini çembere bırakıyor elden ele dolaşıyor hacı yatmaz gibi. Güzel bir duygu. Konser verip seyirci kalabalığının üstüne kendimi atmayı çok istemişimdir. bunu küçük çapta olsa da gerçekleştirdim. Diğer bir oyun ise (biz de oyunlar bitmezzz) serbest bir şekilde salonda yürürken sana söylenilen kelime hakkında aklına ilk gelen hareketi yapmandır. Özellikle hayvan denildiğindeki grubun halini görmenizi isterdim.


Her güzel şeyin bir sonu olduğunu hepiniz biliyorsunuzdur. Bu çalışmanın da sonuna geldiğimizde kas kasılmasını engelleyici hareketleri yaptıktan sonra terapi gibi bir şey yaptık ki çok iyi geldi. Adele'nin bir şarkısıyla ışıkları kapatıp zemine uzandık ve bizi rahatlatan şeyi ya da kişiyi düşündük ;) Ne düşündüğüm şimdilik bana kalsın ama çok rahatlamıştım kalkmak istememiştim o derece. Terapimizi de yaptıktan sonra tekrar soyunup giyinme faslına geldik. Ama bu grubun sevdiğim bir yanı da herkes deodarantlı geliyor :)

Kısaca, gerçi bu kadar yazdıktan sonra neyin kısacası bu.. neyse saçma işte torba doldurmak marifet. Uzun bir süreden sonra esnemek kaslarıma iyi gelmişti. Hem ne demişler sağlam vücut sağlam kafada bulunur. Dans güzeldir. Dans etmek özgürlüktür; dili, dini, ırkı, rengi yoktur.


Dansla Kalın...



Blogger Witget